Çevirileriyle, 19.Yüzyılın en önemli düşünürlerinden Nietzsche’yi derli toplu ve doğru okumamızı sağlayan Mustafa Tüzel’e Nietzsche ve Türkiye hakkında sorular gönderdik. Sağ olsun, kırmadı bizi, bilgilerini bizimle paylaştı.
İ.G: Sevgili Mustafa Tüzel, düşünce tarihinin en uç noktalarda yorumlanan düşünürlerinden birinin Nietzsche olduğu sugötürmez. Bunun sadece Türkiye için değil dünya için de geçerli sanıyoruz. Başlıca nedenler olarak da eserlerinin dağınıklığını, toplu basımların ve çevirilerin eksikliğini, dönemin değişen felsefi akımlarını verebilir miyiz?
M.T: En baştan, girişteki sözlere bir itirazım var. Nietzsche’yi 19.yüzyılla sınırlamak hata olur. Evet o tarihte yaşadı, ürün verdi, ama biliyorsunuz, o sonraki binyıllar için yazıyordu. Kim geldi ki ondan sonra? Yorumcularını saymazsak. Bir gün gelecek, Nietzsche’ci binyılda yaşayacağız bile diyebiliriz. Şimdi o binyılın başlamış olduğunu umut etmek isterdim.
Ben Nietzsche’nin öyle en uç noktalarda yorumlandığını düşünmüyorum. Henüz doğru okunup anlaşıldığından bile emin değilim. Aslında çok gizemli bir yazar da değil Nietzsche.
Colli-Montinari Nietzsche’nin okunması için gereken ilk koşulu yarattı. Nietzsche’nin yapıtlarını eksiksiz ve tahrifatsız olarak günyüzüne çıkarttı. Biz de bu edisyonu Türkçe’ye kazandırma çabası içindeyiz. Daha herşey yeni başlıyor.
Nazilerin okuduğu, Nietzsche değil, kızkardeşinin elinden çıkma bir metindi. Nietzsche’nin faşist olduğunu zannedenler de aynı metne bakıp öyle söylediler. Biz Türkiye’de biraz geriden takip ediyoruz. Hâlâ Nietzsche’nin faşist olduğunu düşünenler, onu değil, faşist bir kalemden çıkma bir metni, tabii ki o metni de değil, o metin üzerine yazılmış yorumların çevirisini okuyarak böyle ‘düşündüklerini’ zannediyorlar. Baksanıza Nietzsche’nin kitapları daha yeni yayımlanmaya başladı. Ama yeni kuşakta ümit var. Siyahi’nin Nietzsche özel sayısı, Türkiye’deki düşünsel ortamı nihayet çağdaş bir düzeye yaklaştırdı. Bunda yine çevirilerin rolü var ama özgün katkılar da var; artık başabaş gidiyoruz.
İ.G: Ülkemizde hâlâ daha yayımda bulunan en kapsamlı Felsefe Ansiklopedisi olan Orhan Hançerlioğlu’nun eserinde Nietzsche maddesi diğer bazı filozoflarda da olduğu gibi bırakınız öznel bir değerlendirmeyi bugünün algılarıyla bize göre oldukça yanlış bir değerlendirme içeriyor. Türkiye ve Nietzsche hakkında geçmişi ve bugünüyle neler söylemek istersiniz.
M.T: Orhan Hançerlioğlu’nun yapıtları bilimsel değil. Daha açık konuşmak gerekirse Stalinizmle malül. Bu yüzden referans göstermek yanlış olur. Eee başka kim kalıyor geriye? Yeni çıkan Felsefe Ansiklopedi ve sözlüklerini de ben henüz edinemedim; bir çevirmen için kolay değil, takdir edersiniz ki.
Nietzsche’nin Rusya’daki alımlanışının dönemlere göre nasıl değiştiğini anlatan ilginç bir yazı vardı Lettre dergisinde. Benzeri bir çalışma Türkiye için yapılsa hoş olur. Gerçi biz uzun yıllardır hep aynı dönemdeyiz ya, neyse.
Türkiye’de Nietzsche denilince Zerdüşt akla geliyor hemen. Piyasada 8-10 çeşit Zerdüşt “çevirisi” var. Peki niye ille de Zerdüşt çevriliyor? Çok satıyor o haliyle de ondan. Zerdüşt’ü alıp okuyanların yelpazesi geniş aslında. “Ferrarisini Satan Bilge” niyetine, “Simyacı” niyetine de okunuyor. Şiirsel bir metin, oradan birkaç güzel cümle okuyup, sevgiline hava atabilirsin filan. Bunun böyle olmasını belirleyen de, ister inanın ister inanmayın, dağıtım şirketlerinin elemanları. Böyle pazarlanıyor bu kitap. Yayın piyasasını, dolayısıyla düşünce dünyasını kısmen onlar belirliyorlar. Oysa Zerdüşt en son okunması gereken kitap. Tragedya’nın Doğuşu’ndan başlayıp, sırayla okumak gerek; sonra bir de sıkı Nietzsche biyografisi okumalı ki, göndermeler tam olarak anlaşılsın. Kimileri, “Nietzsche Ağladığında”yı okuyup, ben Nietzsche’yi biliyorum diyebiliyorlar; politikanın içinde olan, sözü dinlenen “ağır abiler” var böyle. Halbuki, eski Afa yayınlarından çıkan “Kızkardeşim Karım” isimli kitap doğru düzgün okunmuş olsa, “kırbaç” meselesi aydınlığa kavuşacak. Ama ezberden konuşmak çok rahat.
Bir de Zerdüşt’ün buyurması meselesi var. Yıllarca bu başlığın etkisinde alımlandı Zerdüşt ve Nietzsche. Oysa, Siyahi’deki yazımda da belirttiğim gibi, Zerdüşt buyurmaz, o söyler sadece.
İ.G: İthaki Yayınları sizin çabanızla Nietzsche’nin tüm eserlerini eksiksiz ve doğru çevirilerle yayımlama iddiasında, bu çalışmaların Türkiye’nin entelektüel yaşantısına kısa/uzun erimde katkısının çok önemli olacağı kesin, bu çalışmalar ne zaman tamamlanacak? Ek olarak, sizin beğendiğiniz diğer Nietzsche çevirileri neler?
M.T: İthaki yayınlarının tüm Nietzsche’leri eksiksiz ve doğru çevirilerle yayımlama çabasında benim payım fazla değil. Ben Colli-Montinari edisyonunu önerdim, ki bunu da kafamıza sokan elbette sevgili Oruç Aruoba’dır. Yayınevi copyright satın almaya yanaşmayıp herhangi bir edisyonu yayımlamayı da tercih edebilirdi. Ama o zaman yapılacak işin eksik olduğunu gördüler. Çünkü C-M dışında gerçekten de doğru dürüst bir edisyon yok. Olay sadece dipnotlarda ve açıklamalarda bitmiyor. Oruç Aruoba’nın çevirilerini beğeniyorum elbette. Yukarıda da söylediğim gibi, aslında Nietzsche dilimize yeni çevriliyor.“Tragedya’nın Doğuşu”nun çevirilerine bir allahın kulu açıp baksın. İddia etmiyorum, bunu söylemek bir görevdir, bu kitabın Türkçe’de yapılmış ilk çevirisi, benim çevirimdir. Diğer kitaplar için de aşağı yukarı öyle. Bunu bana değişik Üniversitelerde akademisyon olan, tanıdığım tanımadığım insanlar söylediler; metinleri Almanca, İngilizce karşılaştıranlar var. Üzerinde Almanca’dan yapıldığı yazılmış bir çeviride, İngilizce çevirideki hatanın aynen yinelendiği saptanıyorsa, başka ne söylenebilir ki?
İ.G: Batı felsefesi rönesansdan sonra Hıristiyanlıktan dolayı onca yüzyıl unuttuğu, yoksaydığı Eski Yunan felsefesine, dolayısıyla sanatına geri dönüş yaptı. Nietzsche’de, Eski Yunan’ın biraz daha ezoterik bir yorumu var, bununla da kalmayıp Hint’e, Zen’e kadar uzanıyor Nietzsche. Tam da sanayi devriminin doruğunda oluyor bütün bunlar. Bir tepki mi sizce Nietzsche’deki?
M.T: Ben Nietzsche’de ezoterik bir yorum olduğunu düşünmüyorum. Daha doğrusu, burada ezoterik derken ne kastettiğiniz önemli. Hint düşüncesi de materyalist bir düşünce aslında. Yılmaz Öner “Canlıların Diyalektiği ve Yeni Evrim Teorisi” kitabının önsözünde, Engels’in Hint diyalektiğini idealist bir düzeyde “aparttığını” söylemişti. Nietzsche Hint düşüncesini Schopenhauer’den öğrenmişti, ama kendi materyalist bakış açısıyla yorumladı bence. Bugünden bakarak Sanayi Devrimi’ne tepki göstertiğini söylemek doğru olur mu bilmiyorum. Nihayetinde yeniliğe açık bir insan. Bilimlerdeki yeni gelişmeleri özümseyip, bunların üzerinden bir şeyler yazmak istediğini Lou Salome’den öğreniyoruz. Ne yazık ki amacına ulaşamadı. Ama yine bugünden bakıldığında “araçsal akıl”a tepki gösterdiğini görebiliriz. Nietzsche anti-rasyonalist değildir. Sokrates’in akıldan vazgeçmesini değil, “Müzikle de uğraşmasını” ister. Bana kalsa, biraz daha uçup, Frankfurt Okulu’nu Nietzsche’den başlatırdım.
Nietzsche, Tragedya’nın Doğuşu’nu, hep yanlış bilindiği gibi, Dionysos’a dayandırmaz. Dionizyak yaşantının, Apolloncu gözlerle değerlendirilmesine dayandırır.
Nietzsche’nin Zerdüşt’e söylettiği bir söz var: “İnanacak olsaydım, dans etmesini bilen bir tanrıya inanırdım”. Burada hemen akla Dionysos gelse de, kastedilen elbette Hint Tanrısı Şiva’dır. Yaratıcı ve yıkıcı tanrı. Şiva’nın dansına da kısaca, evrenin diyalektiği diyebiliriz.
Hint düşüncesinin, new age şarlatanlarının elinde oyuncak olmadığı bir ülkede, Nietzsche nasıl alımlanır, nasıl yorumlanırdı, bunu düşünmek gerek.
İ.G: Kant da cevirmek zor bildigim kadarıyla. Zor konuların zor bir şekilde ifade edilmesi Alman gelenegi midir? İngiliz felsefecilerinde bu yok. Almanca çevirmeni olmak ve Nietzche çevirmek bir nihai hedef denebilir mi? Bununla birlikte, Nietzche'nin hala daha populerliğini koruması bize ozgu mu, yoksa dunyada da aynı populerlik söz konusu mu?
M.T: Bunlar çok kesin ve kanıtlanamaz yargılar. Alman felsefecilerinin, sosyal bilimcilerinin cümlelerinin (gereksiz yere) çok uzun olduğu, İngilizce’de bunların daha az sözcükle ifade edilebileceği söylenir, ve bence bu tam anlamıyla bir geyik muhabbetidir. O zaman Almanca’yı imha edelim, herkes İngilizce düşünsün, yazsın vb. Bence biraz kafa yormak iyidir, yoksa neye yarayacak felsefe? Her şey SMS kıvamında armut piş ağzıma düş diye beklememeli. Kant zor da, Locke kolay mı, hiç sanmıyorum. Gilles Deleuz’u, Antonin Artaud’u unutmamak gerek. Kant bana kolay geliyor ayrıca. Ama Heidegger zor geliyor. Ben Heidegger çeviremem. Ama Kaan Ökten sular seller gibi çevirir, biliyor çünkü Heidegger’i, çalışmış üzerinde. Mesele bu, bilmek ve anlamak. Bu anlamda Nietzsche nihai bir hedef değil. Thomas Bernhard’la karşılaşınca afallıyor insan. Felsefe’den Sloterdijk’ı örnek verebilirim. İngilizce yazan bir Nietzsche niye çıkmadı peki?
Ancak şu ayrı bir olgu: Alman düşünürleri İngilizce’ye çevrildiğinde, adeta sadeleştirilmiş gibi oluyorlar. İngilizce’nin dil yapısından kaynaklanıyor sanırım. Fakat buradan ne Almanların ifadesinin zor olduğunu, ne İngiliz düşünürlerinin basit olduğu sonucunu çıkartabiliriz.Buradan çıkacak tek sonuç, ikinci dilden çeviri yapılmaması gerektiğidir.
Nietzsche’nin popüler olduğunu da sanmıyorum. Yukarıda dediğim gibi, popüler olan yanlış bir Nietzsche imgesi, yanlış bir Zerdüşt imgesi.