SAYI 73 / 05 ŞUBAT 2006

 

SEMBOLLERİN GÜVENCESİ ALTINDA


Neşe Yaşin
neshe@spidernet.com.cy




G
eçmişin ritüelleri, geçmişin simgeleri biçim değiştirerek günümüze kadar geliyor. İlkel topluluğun totemi ve bunun çevresinde gerçekleştirilen çeşitli anlamlar ve kodlarla yüklü tören günümüzün militarist resmi geçitlerinden çok farklı değil. Ana tanrıça Kybele'den Artemis'e ve Meryem Ana'ya kadar uzanan çizgide birbirinin yerini alan semboller bu devamlılığın işareti.

Geçmişte tanrılara kurban edilen insan, sonra bunun yerini alan hayvan tarih içinde bir aşama gibi kabul ediliyor. Tanrıların değişimi de öyle. Tanrıların mekanı olan ve şehirlerin en yüksek tepelerine kurulan Panteon'un yerini anıt mezarların ya da otoritenin kutsandığı başka mekanların alması bununla bağlantılı.




Bir sembolde buluşan kolektif ruh başkalarıyla bütünlüğünü ve birlikteliğini bu sembol etrafında kuruyor. Ulusal topluluklar için bayrakları böyle bir şey. Semboller politikacılar için kitlelere yön vermenin, tansiyonu yükseltmenin bir aracı. Sembole atfedilen kutsallık onun verdiği iç ürpertisi ve heyecan kitleleri harekete geçirmeyi kolaylaştırıyor… Sembolün özelliği kendi içinde birçok düşünce ve duyguyu özetlemesi. Her ulus için üç beş sembol anarak ayırt edici olanı belirtebilirsiniz.

Bir ulus için diyelim ki yiğitliğin, özgürlüğün, bağımsızlığın ifadesi olan bir sembol başka bir ulus için ne ifade ediyor? Bir atölye çalışmasında birlikte olduğumuz bir grup Kıbrıslı Rum, Yunan bayrağındaki mavinin özgürlüğü, beyazın temizliği anlattığını, Türk bayrağındaki kırmızının tehdit, tehlike ve kanı işaret ettiğini söylemişlerdi. Kıbrıslı Rum öğrencilerle yaptığım bir toplantıda öğrenciler bana çeşitli bayraklarla ilgili duygularımı sordular. Sınırda Yunan bayrakları ile yapılan bir gösteriyi izlediğimde ne hissettiğimi sorduklarında "tehdit" ve "dışlanmışlık" sözlerini kullandım. Bu yunan bayrağını sevdiğini söyleyen bazı öğrenciler için şaşırtıcıydı.

Sosyalleşme süreci aynı zamanda kendi kolektif kimlik grubumuzun sembol ve değerlerinin de bize aktarıldığı bir zamandır. "Milli Eğitim" kavramı da bununla bağlantılıdır zaten… Bu değerler ve semboller bize kutsallıkları içinde sunulur… Bu kutsallıkların ardında onları yücelten çeşitli hikayeler vardır. Bu kutsallıkları kabul etmemiz bizi onları paylaşan kolektif kimlik grubunun bir parçası yapar ancak… Bunları sorgulamamız ise ihanetle eş değerde tutulur.

Bayrak, şehitler, şehitlerin kanlarıyla sulanan toprak, dökülen kan, saygı göstermemiz ve her zaman anımsamamız gereken değerlerdir… "Düşmanlarımızın" sembolleri ise bütün olumsuzlukları yüklenmiştir. Düalisttik düşünme tarzımız içinde onlar ve biz cephesinde, biz iyiliğin, güzelliğin, mertliğin, onlar ise kötülüğün, çirkinliğin, kalleşliğin simgesidirler. Bunun tersi ise onlar için geçerlidir…

Kutsallık taşıyan bu semboller değişen değerler ve yaşama alışkanlıklarına kolaylıkla adapte olamazlar… Süreç içinde bu değerler başkalaşsa bile semboller dokunulmazlıklarını sürdürürler. Devrimler ya da bazı köklü toplumsal değişimler ancak eski sembollerin yerini alabilecek güçte yeni semboller getirdikleri zaman başarılı olabiliyorlar… Kıbrıs'ta Afrodit'in yerini ancak tapınılacak, adaklar adanacak yeni bir kadın figürü, Meryem Ana alabilmiştir.





Etnik ve ulusal aidiyetlerimizi kendimiz seçmediğimiz gibi bunlarla ilgili semboller de bizim zevkimizle ilgili değildir. Yani diyelim ki herhangi bir Yunanlının "ben kırmızıyı maviden çok seviyorum" demeye hakkı yoktur. Kırmızılar ve mavilerin safları biz doğmadan önce belirlenmiştir.

Sembollerin bize sunulması heyecanlı, yüksek sesli törenler, tapınma ve yücelik içinde gerçekleşir. Onlar karşısında ilkel toplulukların totemler önünde titredikleri gibi tiril tiril titrememiz, vecde gelmemiz beklenir.

Sembollerle ilgili sevgi, tutkunluk, birleştiricilik gibi olumlu duygular çatışma sistemi içinde başkalarına yönelik nefret ve düşmanlığın araçları haline gelirler. Sembollerin kendileri, dokunulmazlıkları ve yücelikleriyle bu korkuyla ilişkilenirler ve kendilerine itaati talep eden otoriter pozisyonlar kazanırlar… Sembollere tutkun olanlar genellikle itaatkar insanlardır. Bu tapınma ilişkisi rahatlatıcı ve güven vericidir. Sembol insana ilişkin iki temel ihtiyacı, güvenlik ve kimlik ihtiyacını tatmin eder… Örneğin milli bir sembol olarak bayrak kimliğin bir ifadesidir. Kurulan aidiyet ilişkisi insana bir ad ve konum verir. Bu sembole itaat kişisel güvenlik için bir önkoşuldur. Ona itaat ederek bir bütünün parçası olunur ve yalnızlıktan, belirsizlikten kurtulunur… İtaatsizlik ise tam tersine can güvenliğini kesin bir tehdit altına atmak demektir.

İnsanın özgürleşmesi ve sembol arasındaki ilişkinin ters orantılı olduğu söylenebilir. Buna rağmen, özgürleştiricilik iddiasıyla ortaya çıkan politik hareketler de kendi otoriter sembollerini yaratmaktan kurtulamamışlardır.

 

Not: Yukarıdaki kıbrıs plak resimleri http://www.recordturk.com/kibris.htm adresinden alınmıştır.