Tibet'in ilk kralları Yarlung güney kasabasında,
Bhutan sınırında yaşamıştır ve onlara Yarlung adı verilmiştir.
Fakat en önemlileri, 19 yıl boyunca tahtta kalan kral, Songsten
Gampo'dur (630-649 MS). O sadece bir savaşçı değil aynı zamanda
iyi bir hükümdar ve bilgili bir adamdı. Songsten Gampo başkenti
Yarlung'tan Lhasa'ya taşımış ve bugün Potala Sarayı'nın bulunduğu
yerde bir kale inşa etmiştir. Başbakan Thonmi Sambhota ve onaltı
öğrencisini Hindistan'a Budizm'le ilgili yazılar hakkında çalışmalar
yapmaya göndermiştir. Thonmi Sambhota'nın, Tibet dilini Sanskrit
ve Kaşmir dillerinden oluşturmuş olan biri olduğu düşünülmektedir.
Ancak bir diğer teoriye göre de Tibet dili, Songsten Gampo'dan
önce var olmuş olan, Doğu Türkistan'ın Khotan bölgesindeki Ma-yig
diline dayanmaktadır ve Ma-yig dilinden gelişmiştir.
(Norbulingka Enstitüsü)
Songsten Gampo'dan sonra gelen hükümdarlar Tibet
İmparatorluğu'nu genişletmeyi sürdürmüş ve Budizm'i desteklemiştir.
Tibet orduları doğu sınırında Çinlilerle savaşmış ve o kadar başarılı
olmuşlardır ki Çinlileri her yıl 50.000 rulo ipek vermek üzere
vergiye bağlamışlardır. 763'te Çin İmparatoru Wang Peng Wang yıllık
vergiyi ödemeyi reddedince, o zamanın Tibet kralı Tresong Detsun
Çin'in başkenti Chang'an'ı işgal etmiştir. 783 yılında Tibetliler
ve Çinliler arasında bir barış antlaşması yapılmıştır. Antlaşma
bugün, hala, Lhasa'da bir taşın üzerinde yazılı olarak durmaktadır.
Güç anlamında Tibet'in çöküşü; Bon dini (Şamanizm
gibi Tibet'in özgün dini) inananları ile çoğunlukla kraliyet ailesi,
akrabaları ve yeni benimsenmiş olan Budizm'in destekleyicileri
arasında çatışmalar başlayınca başlamıştır. 794 ve 804 yılları
arasında Tibet'i yöneten en önemli Kral Muni Tsepento'ydu. O,
Tibet tarihindeki en büyük reformcuydu ve kraliyet ailesini bile
ayırd etmeksizin zenginden alıp fakire vermesiyle ünlenmişti.
Ne var ki, eşitlik konusundaki girişimleri soylular arasında anlaşmazlıklara
neden oldu ve Tibetliler arasında bölünmelere yol açtı. Çalışmalarının
daha fazla şiddete neden olmasını engellemek için kendi annesi
tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.
Muni Tsepo'nun büyük torunu Kral Ralpachen ise
bugün bile Tibetliler arasında sevgi ve saygıyla anılmaktadır.
Kral Ralpachen tapınaklara manastırlar kurarak Budizm'in yayılmasını
teşvik etmiştir. Anti-Budizm Partisi'nden biri tarafından suikaste
kurban gitmiştir. Bir varisi olmadığı için de yerine Bon dini
destekleyicisi olan kardeşi Lang Darma geçmiştir. Bu dönem Budizm'in
Tibet'teki gelişimi açısından büyük bir engel teşkil etmiştir.
Cinayeti gerçekleştirmek için Siyah Şapka Dansı'nı bulmuş olan
Budist rahip Lhalung Pelgye Dorjee, Lang Darma'yı öldürmüştür.
Son kral olan Lang Darma'nın ölümünden sonraki
dört yüzyıl boyunca, Tibet birçok küçük eyalete bölündü ve her
biri bir şef ya da lama tarafından yönetilmeye başlandı. Bu yıllarda
ülkeyi birleştiren tek şey Budizm'in yayılmasıydı. Sonuç olarak
manastırlar çok güçlendi, toprak ve para kazanmaya başladı, böylelikle
baş Lama otoritesini ülkeyi çevreleyen topraklara kadar arttırabilecekti.
Tibet'te, kadınlar her zaman için yönetimde söz sahibi olmuştur.
Bir şef veya lama öldüğündeyse eşi ya da kızı yönetimde söz sahibi
olur.
12. ve 13. yüzyıllar boyunca Lamaistik formdaki
Budist rahipler, ruhlara ve mistik güçlere inanmaya yatkın insanlar
arasında etkilerini gittikçe arttırıyorlardı. Cengiz Han'ın gelişi
ve Moğolların önlerine çıkan her şeyi yok ettiği söylentileri
duyulduğunda, Tibetli şefler ve Lamalar Lhasa'da bir toplantı
düzenlediler ve Cengiz Han'ın Tibet'e saldırmasını önlemek amacıyla
ona itaat etmeye karar verdiler. Moğol İmparator'u da durumu kabul
etti ve böylelikle Tibet, Cengiz Han'ın güçlü ordularının elinden
kurtulmuş oldu. Cengiz Han'ın ölümünden sonra, Tibet Moğollar'ı
tanımamaya başladı ve bu da Cengiz Han'ın torunu, Prens Godan'ı
kızdırdı. Fakat Prens sadece sert bir savaşçı değildi. Budizm'e
karşı o kadar çok ilgisi vardı ki Moğolistan'a gidip, kendi ilgisiz
halkına kendilerini ruhen ve manen nasıl rahatlatmaları gerektiğini
anlatmak için bir Lama istetti. Prens Sakya Lama'nın öğretilerinden
o kadar çok etkilendi ki, Tibet'e dönerken, Sakya Lama'ya ''en
büyük yönetici'' ünvanını verdi. Lama hiçbir zaman için geri dönmedi,
Moğolistan'da yaşadı ve Budizm'in öğretilerini yeğeni Dogon Choegyal
Phagpa'yla beraber, o zaman yazı dili bulunmayan Moğolca'ya tercüme
etti. Phagpa, Tibet'e dönerken yönetimdeki otoritesini kullandı
ve bu da Tibetli lamalarla Moğol liderleri arasındaki eşi benzeri
olmayan ilişkinin başlangıcı oldu. 1270'de Çin'den gelen ilk Moğol
imparatoru olan Kubilay Han Lamaizm'i kabul ederek Sakya Lama'nın
prestijini arttırmış oldu.
2. Monarşi'ye düzenlemeler getiren Kral Chang-Chub
Gya-tsen, Sakya'nın gücünü kırdı. Dini gücünü arttırmaya devam
etti; fakat Sakya rahip-kralların getirmiş olduğu bazı Çin ve
Moğol yeniliklerini uygulamadan kaldırdı. Sakya Hiyerarşileri
Moğol imparatoruna dayanırdı; fakat Sitya adındaki yeni imparatorluk
kaynağını Çin'den alıyordu. Sitya İmparatorluğu, 1635 yılına kadar
üç asır boyunca Tibet'i yönetmeye devam etti ; böylelikle Moğollar
ve Tibetliler arasındaki ilişki her zaman güçlü kaldı.
BUDİZM'İN 8.YY'DA TİBET'TE DOĞUŞU VE GELİŞMESİ
Tresong Detsun büyük Hintli eğitmen Shantirakshita'yı
(Tibetliler onu Khenchen Zhiwatso olarak bilirler.) Buda'nın doktrinlerini
öğretmesi için kendi topraklarına davet etti. O sıralar Bon dini
Tibet'te hala oldukça yaygın olduğundan Khenchen Zhiwatso Tibetlilerin
henüz kendi öğretilerini algılamaya hazır olmadığına karar verdi.
Ve ulu Tantrik eğitmen Padmasambha'yı Tibet'e yollamak üzere Nepal'e
döndü.
(Norbulingka tapınağındaki Buddha Shakyamuni heykeli)
Tibet'te Lopon Rinpoche olarak bilinen Padmasambhava
kısa fakat çok daha zor olan Tantrik yolunda aydınlandığı için
başarılı olmuştu ve Tibetlilerin çok inanır göründüğü kötü ruhlar
hakkında oldukça bilgisi vardı. Aynı zamanda da bu kötü ruhlar
üzerinde oldukça güce de sahipti. İlk manastır Samye'de kuruldu.
Samya manastırı, kutsal öğretileri tercüme etmek için bir merkez
haline getirildi.Lopon Rinpoche, kendi öğretilerini halka anlatmak
için Tibet'te geziler yaptı; fakat bunu Tibetlilerin inançlarını
değiştirmeye çalışarak değil de onların inançlarını Budizm'e adapte
ederek yaptı. İşte bu, Tibet Budizmi'nin farkının oluştuğu noktadır.
Yüzyıllar boyunca, Tibet'te birçok farklı Budizm mezhebi doğmuştur.
Bu mezheplerin kuralları ve öğretilerinin birbirinden pek de farkı
yoktur; hepsi Buda'nın öğretilerini kendi yollarıyla takip eder.
Batı Tibet'te Budizm'in canlandırılmasında rol
oynayan kahramanlardan biri olan Yeshe Od'un daveti üzerine gelen
Atisha, rahiplere daha disiplinli ve daha sade bir yaşam tarzı
öğretti. Takipçilerine ''Kadampa'' adı verildi. Kadampa'nın fikirleri,
sonradan Gelukpa mezhebi tarafından benimsendi. Fakat bazı rahipler
Atisha'nın takipçisi olmayı istemediler ve Lopon Rinpoche'un Nyingmapa
ya da eski inananlar olarak bilinen eski öğretilerini uygulamayı
sürdürdüler; bu da Tibet Budizmi'nin en eski mezhebini oluşturdu.
Atisha'nın öğretilerinden iki tanesinin günümüzde
Kargyupa ve Sakyapa mezhepleri olarak anılması, o zaman kurucularının
öğretilerinden küçük farklarla ayrılmalarına ve kendi yollarını
çizmelerine dayanır. Kargyupa, Marpa adındaki büyük bir çevirmen
tarafından kurulmuştur. Müritlerinden birine de, şarkıları günümüzde
hala göçebeler ve çiftçiler tarafından söylenen büyük şair Milarepa'nın
adı verilmiştir.
Sakya Manastırı, Khan Konchog Gyalpo adındaki
büyük bir bilge tarafından kuruldu. Sadeliği ve eğitimiyle ünlendi.
Sakya Lamaları 13. ve 14. YY.larda Moğolların desteğiyle Tibet'i
yönetti. En büyük ve en son mezhebi olan Gelukpa ise büyük bir
din eğitmeni olan Tsong Khapa (1357-1419) tarafından kuruldu.
Gelukpa mükemmel erdem anlamına gelir. Dalai Lama'nın mezhebi
de budur. Bir kopyaları da Hindistan'da bulunan en büyük ve en
önemli Gelukpa manastırları ise Sera ve Drepung'tur.
GURKA SAVAŞLARI
1778 yılında Hindu Gurkalar Nepal'den Tibet'e
aniden saldırdılar. Mançu İmparatoru Gurkaları geri püskürtmek
amacıyla ordusunu yolladı ve aynı zamanda Tibet'te otoritesini
arttırmaya karar verdi. Geleceğin Dalai Lamaların seçmek için
bir öneri öne sürdü ve bu amaç için kullanılmak üzere Tibet'e
altından bir vazo yolladı. Tibet'in dış dünya ile ilişkisinin
Çin tarafından kontrol edileceğine ve yabancıların ülkeye girişinin
engelleneceğine karar verdi. Fakat bu reformların sadece bir tanesi
uygulamaya kondu. Bu da; Tibet'in bütün dünyayla arasındaki bağın
koparılmasıydı. 1841ve 1855'te Tibet, Dogralar ve Gurkaların iki
saldırısıyla baş etmek zorunda kaldı. Çin'den de hiçbir şekilde
yardım talep etmedi. Böylelikle Tibet 1993'te bağımsızlığını kazanmış
oldu. Patron (Çin) artık Rahibini (Tibet) korumayacaktı.
DALAY LAMA - ''BİLGELİK OKYANUSU'' ve
HÜKÜMETİN YAPISI
Dalay
Lama Tibet'in en büyük politik ve ruhani lideridir. Bütün hayatını
Budizm'e (dört mezhebin tamamının emirlerini yerine getirir) ve
halkına hizmet etmeye adamıştır. Tsong Khapa'nın -Gelukpa mezhebinin
kurucusu- ruhani takipçileri olarak ortaya çıkmıştır. Tibet'te
en iyi konumlarına 17. YY'da 5. Dalay Lama zamanında gelmişlerdir.
1642'de Moğol Prensi Güşri Kağan, Tibet'in politik ve ruhani lideri
olmak için 5.Dalay Lama'ya (1617-1682) yardım etmiştir. Çünkü
Dalay Lama Tibetliler tarafından Chenresig'in, Merhamet Tanrısının,
dünyevi temsili olarak kabul edilir. Bu da ona tanrısal bir otorite
verir. Bunun da ötesinde birçok Tibetli liderini çocukluktan itibaren
izler ve böylelikle liderlerine karşı bir sıcaklık duygusu da
beslemiş olur. Her bir lider bir öncekinin aynısıdır ve bu fark
edildiğinde hiçbir zaman için seçilmez ya da görevlendirilmezler.
Taschilhunpo Manastırı,1447 yılında, geçmişe
bakıldığında ilk Dalay Lama olarak bilinen Panchen Gedun Drup
tarafından kurulmuştur. Kendisinden sonra gelen başkeşişlere de
bilgeliklerinden dolayı ''Panchen'' ismi verilmiştir. 5. Dalai
Lama öğretmenine, Panchen Lobsang Chokyi’ye (1570-1662), manastırı
ve bazı ek eyaletleri vermiştir. Panchen Lamalar reenkarnasyona
dayanarak seçildikten sonra, her gelen Panchen Lama manastır ve
eyaletlerin sahibi olmaya devam etmiştir.
Komünist Çin propagandasının tersine, Panchen
Lamaları ve diğer yüksek mevkideki lamalar, Tibet'in herhangi
bir bölgesindeki politik yönetime karışmaksızın sadece otoritelerini
uygulamakla kalmışlardır. Tibet'in işgalinden sonra, Komünist
Çin Hükümeti konumunu yasallaştırmak için sürekli olarak Panchen
Lama'yı kullanmaya çalışmış ve onu görevden çekilmeye hatta bazı
durumlarda Dalay Lama'nın yerine geçmeye zorlamıştır. Fakat Panchen
Lama bunu her zaman reddetmiş ve bunun sonucu olarak da yıllarca
mahkum olmuş ve işkenceye maruz kalmıştır.
Teoride Dalay Lama mutlak liderdir. Pratikte
ise durum farklıdır. Ülkenin gelenek ve göreneklerini takip edip
etmediğini anlamak amacıyla çeşitli kontrollere tabi tutulur.
Tibet'in politik ve ruhani lideri olduğundan, yönetimde sivil
hizmetler dini ve seküler olmak üzere ikiye ayrılır. Sivil monastik
hizmette Tsedrung adı verilen özel olarak eğitilmiş 300 rahip
vardı ve sivil sekülerizm hizmetinde gene aynı sayıda Shodrung
adı verilen soylular vardı. Soylu aileler, hükümet hizmeti için
biraz maaşa karşılık ya da maaş almaksızın görevlendirilmiş olan
en az bir çocuk sağlamakla yükümlüydüler. Dalai Lama'nın altındaki
sekülerizm yetkilisi başbakan ve Tibet'teki en önemli yönetim
organı olan Kashang kabinesiydi. 1959'da Çin işgalinden sonra,
hükümet kendisini tamamen aynı yapıda olmak üzere Dhramsala'da
oluşturdu. Günümüzde bugünkü geleneksel Tibet'in yarısı ve Tibet'in
topraklarının tamamına sahip olan sözde özerk Tibet'i temsil eden
bir hükümet yok. Kashang'ın altında; finans, dış işleri, silahlı
kuvvetler, hazine ve yerel yönetimler gibi direkman ülkenin yönetimiyle
ilgilenen farklı yönetim kadroları vardı.
Tibet; Doto (Kham), Dome (Amdo) ve Utsang (merkez
ve batı Tibet) olmak üzere 3 büyük bölgeye ayrılmıştı. Bu bölgelerin
her biri Chikyab adı verilen sadece o bölgeyle ilgilenen bir vali
tarafından yönetilirdi. Bu bölgeler kendi içlerinde Dzogpons adı
verilen iki görevli tarafından yönetilirdi.
Bugünkü Dalay Lama'nın, Lhasa'dan uzak bölgelerin
yönetimde toprak alma sistemiyle reform yapma planları vardı;
ama bu plan gerçekleşemeden Dalay Lama vatanını terk etmeye zorlandı.
İKİ RAKİP İMPARATORLUK: İNGİLİZ SÖMÜRGESİNDEKİ
HİNDİSTAN VE ÇİN
19 yy.'ın sonlarında, Hindistan'daki İngiliz
gücü Himalayaların büyük kaya sınırına kadar hakimdi. Kuzeyde
ve doğuda Çin vardı; fakat aynı zamanda Rus İmparatorluğu da,
kuzeybatıdan Tibet sınırlarına yaklaşıyordu, her ikisi de bir
diğerinin Tibet'te kendi başına hakimiyet kurmaya çalışmayacağından
emindi.
İngiltere ve Tibet ilk kez 18.yy'da 3. Panchen
Lama ve Warren Hastings-Hindistan Başkanı- dönemin ortalarında
birbirleriyle bağlantı kurdu ve bu da aralarında ileride daha
da hız kazanacak olan, ticarete yol açtı.1774'te Panchen Lama'yı
görmeye giden George Bogle , Panchen Lama'nın kız kardeşiyle evlendi.
1676'ya kadar İngiltere ve Tibet arasında onca uzun dönemden sonra,
İngiltere'nin Tibet'i ziyaret isteği reddedildi. 1895'te ise Ruslar
çoktan Pamirler'e ulaşmıştı ve bu da İngilizler için ciddi bir
endişe kaynağıydı. Tibet, Rus İmparatorluğu ve İngiliz sömürgesindeki
Hindistan arasındaki tampon bölgeydi. Çin aracılığıyla Tibet'le
görüşme girişimlerinden sonra İngiliz Hükümeti, Lhasa Hükümetiyle
doğrudan ilgilenmesi için Tibet'e bir görev verdi. Görev çift
amaçlıydı; ticari haklar konusunda anlaşmaya varmak ve Rusların
Tibet'te ne yapacağını izleyip görmek İngiliz komutanlar tarafından
yönetilen Sikh ve Gurka orduları kısa süre içinde yok olan Tibet
ordusuna saldırdı. Görüşme için yola çıkmış olan Tibetli yetkililer
Lhasa'ya doğru yaklaşmaya devam etti ve Lhasa'ya gelmeden hemen
önce de kapana kısıldı.(Bunlar bir önceki nesilden sonra kutsal
şehri ziyaret eden ilk Avrupalılar'dı.) Sonuç olarak, Hint-Tibet
sınırındaki tartışmaları göz ardı edersek 1904 Kongresi Gyantse,
Gartok ve Yatung'taki İngiliz çalışanlarıyla ticaret merkezlerinin
açılışı konusunda anlaşmaya varılarak ve Tibet'teki politik güçten
başka herhangi bir dış gücün kabul edilemeyeceğini belirten bir
cümle içererek çözülmüştü. İngiltere oturumda Çin'den hiç bahsedilmediği
için Tibet'e kendi anlaşmalarını yapma özgürlüğüne sahip bağımsız
bir ülkeymiş gibi davranıyordu. 1907'de, İngiltere ve Rusya, Çin
aracı olmadan Tibet’le görüşme yapmamak üzere anlaşma yaptılar.(İngilizlerin
tarafından bakıldığında bu eşitsizliğin açıklaması 1904 Antlaşması'nın,
sonrakilerin Londra'da yapılmasına rağmen, hükümet tarafından
Hindistan'da yapılmış olması olabilirdi. Tibetlilerin 1907'ye
kadar bir partileri yoktu ve kendilerini hiçbir zaman bu konuda
sorumlu da hissetmediler.) İngiliz işgali Tibet'te karışıklık
yarattı ve Çin Tibet'teki gücünün yok olabileceğini düşünerek
telaşlandı ve İngiltere ile ticaret antlaşmaları konusunda görüşmelere
başlamak için Tibet'e ordularını yolladı. Tibet'in doğu sınırı
Çin kontrolü altına girdi ve herhangi bir tehdit karşısında Tibet
tarihinde ilk kez bir Dalay Lama Çin'e karşı, dünyadan yardım
isteyecekti. Pekin'deki İngiliz protestosu Çinlileri durduramadı
ve 1910 yılının Şubat'ında General Chung Ying'in orduları Lhasa'ya
ulaştı. İşte o zaman Dalaiy Lama kaçtı ve İngiliz sömürgesi altındaki
Hindistan'da saklandı.
Tarihçiler, doğal olarak 1910 İşgali'ni Tibet
ve Çin ilişkilerinde bir dönüm noktası olarak tanımlarlar. Fakat
1910 İşgali'ne kadar geçen zaman içerisinde, Çin Tibet'in içişlerine
karıştığı zaman, Tibetliler tarafından açıkça karşı çıkılmamıştı.
Ne var ki, 1910 yılı olayları bu politikayı tamamen bir terk edişe
işaret etti. Pekin'de yargının yozlaşması ve Çin'in açlık ve politik
huzursuzluk gibi iç sorunları Çin'de 1911 Devrimi'ne yol açtı.
Bu, Tibet'te Çin müdahalesinin sonu demekti ve 1912'de bütün Çin
orduları Çin'e geri yollandı.
SİMLA KONFERANSI
Simla'daki
konferans, İngiltere tarafından-Dalay Lama'nın ricası üzerine-
Tibet ve Çin arasındaki farklılıkları sonsuza dek çözmüş olmak
amacıyla toplandı. İngiltere'nin rolü, özel ilgisi delegeler arasında
anlaşma sağlamak olduğundan, imparatorlukları için güvenli bir
kuzey sınırı oluşturmak amacıyla arabuluculuk yapmaktı.
Tartışmalardan sonra İngiltere her iki tarafın
delegelerini de Çin hakimiyetindeki Özerk Tibet konusunda görüş
birliği yapmalarını sağladı. "Özerklik" kavramı pratikte
Çin'in ya da İngiltere'nin Tibet'in yönetimine karışmayacağı veya
Tibet'e ordularını gönderemeyecekleri anlamına geliyordu. Sınır
konusundaki problem hakkındaysa İngiltere "iç" ve "dış"
Tibet fikrini ortaya koydu. Dış Tibet, Yangste Nehri'nin batısında
kalan ve yüzyıllardır Tibetliler tarafından özgürce yönetilen
geniş alanı içerecekti; böylelikle Çin'den bağımsız kalmış olacaktı;
fakat İç Tibet yarı-bağımsız sınır bölgelerini içerebilecekti,
Çinli yetkililer oraya atanabilecekti; fakat o bölge bir Çin kasabası
haline dönüştürülmeyecekti. Çin ya da Tibet bu konuda öne sürülen
görüşlerden memnun değildi; fakat 6 ay süren görüşmelerden sonra,
her iki taraf da antlaşmayı imzalamayı kabul etti. Haberler Çin'e
ulaştığında, Çin Hükümeti antlaşmayı tanımayı reddetti; fakat
İngiltere ve Tibet'in antlaşmayı imzalamış olması Tibet'in artık
kendi antlaşmalarını kendi yapabilen bağımsız bir güç olduğunun
onayıydı.
ÇİN İŞGALİ
1949 yılındaki Çin'in Özgürlükçü Halk Ordusu
adındaki ordularının işgali sırasında, Tibet kanunen ve hukuken
özgür bir ülkeydi. Askeri darbe özerkliğe karşı bir öfke oluşturmuş
oldu ve aynı zamanda bu, uluslararası hukukun ihlali anlamına
geliyordu. Çin Tibet'in günümüzde, süregelen işgali uluslararası
hukukun ve Tibetlilerin temel haklarından biri olan bağımsızlığının
ihlalini simgelemektedir.Komünist Çin Hükümeti Tibet'i "sahiplenme"
hakkı olduğunu iddia ediyor. Bu hakkın, temellerini 1949'daki
askeri fetihten ya da Tibet uzerindeki "1959"'dan beri
süregelen etkin kontrolden aldığını iddia etmiyorlar. Aynı zamanda
iddialarını 1951'de Tibet'e dayandırılan sözde "Tibet'in
Barışçıl Özgürlüğü için 17 Maddeli Antlaşma" ya da dayandırmıyorlar.
Çin iddiasına göre, "Çin'in kökeni, İlk Krallar ve Gurka
Savaşları" başlıkları altında incelediğimiz gibi, tarihteki
ilk ilişkiler Çin'in Mançu ve Moğol yöneticileriyle Tibetli Lamalara
dayanıyor. Fakat her nasılsa, 1911-1951 yılları arasında Tibet'te
Çin'in iddiasını destekleyen, Çin otoritesi ya da gücünü gösteren
herhangi bir kanıt yok. Uluslararası Yargıç Komisyonu Yasal Soruşturma
Komitesi'nin, Tibet'in yasal statüsü hakkında yaptığı araştırmalarda
şu cümleler ortaya çıkmıştır: "Tibet, uluslararası hukukta
belirtilmiş olan bir ülke olmanın gereklerini 1913 yılından 1956
yılına kadar olan dönem içerisinde yerine getirmiştir. 1950'de
insanlar, toprak ve bu toprak parçası içinde, herhangi bir dış
baskıdan uzak çalışan, sadece kendi işleriyle ilgilenen bir hükümet
vardı. 1913 ve 1950 yılları arasında ise Tibet'in dış işleri özellikle
Tibet Hükümeti tarafından yürütülmüştür. Tibet'in pratikte kendisine
bağımsız bir ülke olarak davranan, ülkelerle olan dış ilişkileri
de resmi dokümanlarda gösterilmişti." [Tibet ve Çin Halk
Cumhuriyeti,1960, sf. 5,6]
1912 ve 1951 YILLARI ARASINDA TİBET'İN
STATÜSÜ
Tibet toprakları, 2.5 milyon kilometrekare kadar
alan kaplayan jeolojik platosuyla uyum içindedir. Tarihte farklı
zamanlarda bu topraklar üzerinde savaşlar oldu ve sınırların kesin
çizgilerini belirlemek amacıyla antlaşmalar imzalandı. Çin işgali
sırasında Tibet'in nüfusu yaklaşık 6 milyondu. Bu rakam uzun bir
tarihi, zengin kültürü ve ruhani gelenekleri olan belli bir grup
insanı, yani Tibetlileri, kapsıyordu. Çinlilerden ya da komşu
uluslardan farklıydılar. Tibetlilerin kendilerini hiçbir zaman
Çinli olarak düşünmedikleri gibi, Çinliler de Tibetlileri Çinli
olarak saymamışlardır. (Bunun sonucu olarak, Çin yıllıklarında
''barbarlara'' göndermeler yapılmıştır.)
Tibet Hükümeti'nin merkezi, aynı zamanda başkent
de olan Lhasa'ydı. Ülkenin bir lideri (Dalay Lama), bakanlar kabinesi
(Kashang), ulusal meclisi (Tsongdu) ve bu geniş toprakları idare
etmek için kurulmuş olan bir bürokrasisi vardı. Yargı sistemi;
Songsten Gampo (7. YY), Lama Changchub Gyaltsen (14. YY), 5. Dalay
Lama (7. YY), ve 13. Dalay Lama (20. YY) tarafından geliştirilmiş
ve hükümetin atadığı yargıçlar tarafından yürütülmüştür.
Tibet'in uluslararası ilşkileri komşularıyla
sınırlıydı. Tibet; Nepal, Bhutan, Sikkim, Mongolistan, Çin ve
Britanyalı Hindistan'la ve belli bir dereceye kadar da Rusya ve
Japonya'yla diplomatik, ekonomik ve kültürel ilşkilerini sürdürmüştür.
Tibet; bağımsız dış politikasını, açıkça, 2. Dünya Savaşı sırasında
tarafsızlığını ilan ederek göstermiştir.
Japonya Stratejik Burama Yolu'nu kapadığında
Çin; İngiltere ve ABD'nin, Çin'e Tibet üzerinden askeri yardım
ulaştırma konusundaki yoğun baskısına rağmen, Tibet tarafsızlığını
ilan etti.
Bugün Çin, ''hiçbir ülkenin Tibet'i tanımadığını''
iddia ediyor. Fakat antlaşmalar, yapılan görüşmeler ve tabii ki
Tibet'in diplomatik ilişkileri, başka devletler tarafından tanındığının
mutlak kanıtıdır.
MİLLİYETÇİ ÇİN'LE İLİŞKİLER
Çin'in, 1911- 1949 yılları arasındaki dönem süresince, konumu
belirsizdi. Bir açıdan ulusal hükümet tek yanlı olarak, anayasasını
ve diğer ülkelerle bağını, yani Tibet'in Çin Cumhuriyeti'ne (beş
ırkından biri de Doğu Türkistan Türkleri'dir.) bağlı bir eyalet
olduğunu açıkladı. Diğer bir açıdan da hükümetle ve, Çin Cumhuriyeti'ne
katılmalarını isteyen, Dalay Lama'yla olan resmi ilişkilerinde,
Tibet'in Çin Cumhuriyeti'nin bir parçası olmadığını kabul etti.
Şüphesiz ki Nepal de bu görüşmelere davet edildi; fakat ne Nepal
ne de Tibet bu davetleri kabul etti. 1919 yılında resmi olmayan
bir Çin delegasyonu, görünüşte, 13, Dalay Lama'ya dini tekliflerini
sunmak; fakat gerçekte Tibet lideri, Çin'le antlaşmayı görüşmesi
için Dalay Lama'yı ikna etmek üzere Lhasa'ya gitti. Sonraki yılarda
başka birkaç Çin delegesi daha gönderildi;Tibet hiçbirini kabul
etmedi.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER MÜZAKERE SÜRECİ
1949 yıllarında Komünist Çin ordular Tibet'e
akın etmeye başladığında, Tibet Hükümeti Çin ordularını durdurabilmek
için Birleşmiş Milletler'den yardım talebinde bulundu. İngiltere
ve Hindistan'ın tavsiye ettiği gibi, meclis daha büyük bir saldırıyı
tetiklememek için Tibet'e herhangi bir yardımda bulunmadı.
Bu konu; 1959, 1960, 1961 ve 1965 yıllarında Toplanan Birleşmiş
Milletler Meclisi'nde daha da açıklığa kavuştu. Birçok hükümet
''1950 yılındaki Çin işgalinde de Tibet herhangi bir ülkenin egemenliği
altında değildi'' , diyen ve Tibet'i ''bağımsız bir ulus'' olarak
kabul eden Filipin büyükelçisiyle benzer fikirler öne sürdü. Büyükelçi
Çin işgalini de tarih boyunca meydana gelen ''emperyalizm ve sömürgeleşmenin
en kötü biçimi'' olarak tanımladı.
Nikaragualı temsilci de Çin'in Tibet'i işgalini kınadı ve şöyle
ekledi: ''Amerikalılar özgür doğdular ve şüphesiz ki özgürlüğü
böylesine seven bir ulus öfkenin neden olduğu savaştan, özellikle
de büyük bir ülkenin küçük ve güçsüz bir ülkeye açtığı savaştan,
hiç ama hiç hoşlanmayacaktı. Aynı şekilde ABD Hükümeti de Çin'i
kınadı ve Çin ''öfkesini'' ve Tibet ''işgalini'' geçersiz kıldı.
EGEMENLİĞE GİDEN YOLDA TİBET'İN TANINMASI
1992 yılında, kanıt bulmak ve egemenlik üzerinde tartışmak için
Strasburg'ta bir haftalığına toplanmış olan Daimi Halk Meclisi,
Tibetlilerin ulus olmak için ''hür iradeye sahip olma'' kriterine
uyduğunu ortaya koydu. Ve meclis Tibet toprakları üzerindeki Çin
yönetimini Tibet halkının ''yabancı güçlerin egemenliği altına
girmesi'' olarak değerlendirdi.
Bundan birkaç hafta sonra da farklı bir konferansta; Avrupa, Afrika,
Asya ve Amerika'dan gelen tanınmış birçok uluslararası avukat,
Tibet halkının egemenliği günlük hayatta uygulamaya geçirmesiyle
ilgili konuları Londra'da görüşmek üzere buluştu. Çin Hükümeti'nden
gelen ''beyaz kağıt''ı da içeren kanıtlar üzerinde düşünüldükten
sonra, konferans katılımcıları, yazılı olmak üzere şu sonuçlara
vardı:
1) Uluslararası hukuka göre Tibetliler kendi kararlarını kendileri
verebilir. Bu hak ''Tibetlilere aittir'' ve ''Çin Halk Cumhuriyeti
Tibet'i kendi amaçları için hiçbir şekilde alet edemez ya da herhangi
bir ülke ya da bir ulus Tibet'in egemenlik haklarını ellerinden
alamaz.
2)1949-1950'deki askeri harekattan beri, Tibet, Çin Halk Cumhuriyeti'nin
denetimi ve yönetimi altındadır ve koloniye ait ezici yönetimin
karakteristik özellikleriyle yönetilir.
3)Tibet'in uzun tarihi ve ayrı varlığı göz önüne alındığında,ülkenin
içinde bulunduğu özel durum, Tibetlilerin bağımsızlığı da içeren
egemenlik isteği, ülkelerin ulusal birlik ve bütünlük prensipleriyle
uyum içindedir. [Uluslararası Avukatlar Konferansı Maddesi, Tibet-Londra
1993, Londra, 10 Ocak 1993, sf.6-8]
Çin Hükümeti ise her iki toplantıya da davet edilmiş olmasına
rağmen hiçbirine katılmadı.
17 MADDELİ ANTLAŞMA
1951 yılının Nisan ayında, Tibet Hükümeti Pekin'e, Kalon Ngapa
Ngowong liderliğinde beş üyeli bir delegasyon yolladı. Delegasyonun
Tibet'in konumunu belirtme, Çin'in hangi konumda olduğunu dinleme
hakkı vardı; fakat herhangi bir karar varma yetkisi yoktu. Görüşmeler,
29 Nisan'da Çin delegasyon liderinin antlaşmayı öne sürmesiyle
başladı. Bu durum Tibet delegasyonu için kabul edilemezdi. Bununla
birlikte bu konuyu daha sonra Lhasa'daki hükümetle görüşme hakları
bile yoktu; antlaşmayı imzalamaya zorunluydular. Sadece bir tek
şansları vardı ya antlaşmayı imzalayacaklardı ya da Lhasa'ya yapılacak
olan işgalin sorumluluğunu kabulleneceklerdi.
Antlaşmanın 17 maddesi diğer ayrıcalıkların yanı sıra Çin'in Tibet'i
işgalini yasallaştırıyor ve Çin Hükümeti'ne Tibet'in dışişlerine
karışma yetkisi veriyordu. Bütün bunların yanında Çin, Tibet'teki
mevcut politik düzeni değiştirmeye çalışmayacağını ve Dalay Lama
ile Panchen Lama'nın yetki alanlarına, güçlerine ve politik düzendeki
konumlarına karışmayacağını temin etti. Tibetliler özerk bir millet
olacaktı ve onların dini inançlarıyla geleneklerine saygı gösterilecekti.
Kendi yaptıkları reformlar liderleri önderliğinde, danışıldıktan
sonra zorlama olmaksızın uygulamaya geçirilecekti. Dalay Lama
Çin Hükümeti ile antlaşma hakkında bir kez daha görüşmek istedi.
Fakat 9 Eylül 1951'de kuzeyden, yani Doğu Türkistan'dan (Şincan),
gelen 20.000 kişilik bir orduyla, yaklaşık 3000 Çin ordusu Lhasa'ya
girdi ve böylelikle de Dalay Lama Çin-Tibet ''Antlaşması''nı kabul
etme veya reddetme hakkını yitirmiş oldu.
1959 ULUSAL AYAKLANMASI ve DALAY LAMA'NIN KAÇIŞI
Çin ordularını Lhasa'ya girmesinden sonra, Çin Tibet'in egemenliğini
sarsmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Bunu yaparken üç yol
izledi: Öncelikle böl ve yönet politikasıyla Tibetliler arasında
politik ve bölgesel bölünmelere yol açtı. İkinci olarak;Tibetlilerin
itirazlarına rağmen, halkın alışkanlıklarını değiştirmek amacıyla
hazırlanmış olan sosyal ve ekonomik reformlar uyguladı. Üçüncü
olarak da, Tibet Enstitüleri'nin yanı sıra Çin Hükümeti'nde mevcut
olan çeşitli yönetim organlarına ek olarak, gene hükümetin otoritesi
altında, yeni organlar kurdu.
-24 Kasım 1950 ve 19 Ekim 1953 yılları arasında Çin Kham kasabasının
büyük bir kısmını ele geçirdi ve komşu Çin, aynı zamanda, Sichuan
kasabasını sınırlarına dahil etti ve Kham, sözde Tibet Özerk Bölgesi
ve Valiliği olmak üzere 2'ye ayrıldı. 13 Eylül 1957'deyse Güney
Kham'ın diğer bir bölümünü Tibet Dechen Valiliği adı altında alarak
Yunnan Bölgesi'ne eklemiş oldu.
-Kham'ın küçük bir bölgesiyle Amdo şehrine Qinghai adı verilerek
bir Çin kasabası statüsüne indirgendi. Amdo’nun bir kısmı, Tibet
Ngapa Özerk Bölge Valiliği olarak Sichuan kasabasına eklendi.
Amdo'nun geri kalan kısmına ise Tibet Tianzhu Özerk Bölgesi ve
Tibet Ganlho Özerk Bölge Valiliği isimleri verilerek ikiye ayrıldı
ve Çin'in Gansu kasabasının sınırlarına dahil edildi.
-9 Eylül 1965'te Çin, U-Tsang adı verilen Tibet Özerk Bölgesi
Hükümeti'ni Kham sınırları içinde yönetimine alarak resmen kurulmuş
oldu.
-Çin; Sherpalar, Monpalar, Lhapalar, Thengpalar, Jangpalar gibi
Tibetli bazı etnik grupları- ya da kendilerini Tibetli olarak
düşünen grupları- Çin azınlığı olarak adlandırdı ve onların Tibetli
kimliklerini sildi.
İlk büyük popüler direniş örgütü plan Mimang Tsongdu (halk meclisi)
kendiliğinden toplandı ve Çin Askeri Kumandası'na PLA'dan çekilmelerini
ve Tibet'in içişlerine karışmamalarını talep eden bir bildiri
yayımladı. Çin yönetimine karşı olduklarını saklamayan ve 17 Maddeli
antlaşmaya karşı çıkan, Lukhangwa ve Ven. Lobsang Tashi adındaki
iki başbakan istifaya zorlandı, Mimang Tsondu liderlerinden beşi
tutuklandı ve böylelikle de organizasyon engellenmiş oldu.
1954 yılında Dalay Lama, Çin'in daveti üzerine , Pekin'i ziyaret
etti. 17 Maddeli Antlaşma'da geçen Tibet'in özerk olma durumu,
Çin Halk Kongresi'nin anayasasına dayanarak resmen kaldırıldı.
Tibet Özerk Bölgesi Hazırlık Komitesi'nin görevi de hükümet yerine
merkez yönetim olarak değiştirildi ve Dalay Lama, bütün yetkileri
elinden alınarak merkez yönetimin başkanı oldu.
Gerilla savaşı tam anlamıyla, 1956 yılının yazında, Çin vahşetinin
sonucu olarak patlak verdi. Tibet'in doğu ve kuzeydoğusundan gelen
çok sayıdaki mülteci Lhasa'ya akın etmeye başladı.
1959 yılının mart ayında, Çinlilerin Dalay Lama'yı kaçırma ve
Pekin'e götürme planları olduğu söylenceleri büyük korku yarattı.
Dalay Lama'nın güvenliği, 10 Mart'ta, Çin Ordu Komutanı Tibet
liderini, dostane bir görüşme için kışlaya davet edip korumalarının
artık ona eşlik etmeyeceğini bildirdiği zaman gerçek anlamda kesinlik
kazandı. 10 Mart 1959'da, devasa bir gösteri yapıldı ve binlerce
insan Dalay Lama'nın bu Çin gösterisine katılmasını engellemek
için, yazlık sarayını, Norbulingka'yı, kuşattı.
Dalay Lama, halkını, 17 Mart gecesinde kurtarabilmak için Kham
gerillalarından yardım istemek amacıyla Hindistan'a kaçmak zorunda
kaldı.
1949 ve 1979 YILLARI ARASINDA TİBET'TEKİ CİNAYETLER
1959 yılında, Tibet'ten kaçtıktan ve bir dizi demokratik değişiklik
yaptıktan sonra Dalay Lama, hükümetini Hindistan'da yeniden kurdu.
Sürgündeki parlamento kurulmuştu. 1961'de gelecekteki Tibet için
bir anayasa taslağı hazırladı ve Tibet halkının bu konudaki görüşlerini
almayı da ihmal etmedi. Güçlü muhalefete karşın, Dalay Lama anayasaya
yürütme güçlerinin Yargı Konseyi tarafından uygulamaya konması
gerektiğini içeren bir madde koyma konusunda ısrar etti. Sonuç
olarak Ulusal Meclis Yargıtay'la uyum içinde olan üçte ikilik
üye çoğunluğuyla, bunun devletin en büyük hakkı olduğuna karar
verdi.
Aynı zamanda Dalay Lama, Tibet'in bağımsızlığını kazandığı gün,
Tibet halkının kendi yönetim şekline karar vermesi gerektiğini
söyledi. 1990'da Tibet Halk Meclisi'nin vekil sayısının 12'den
46'ya çıkartılması başta olmak üzere birçok değişiklik yapıldı.
Bakanlara daha fazla anayasal hak verildi. 1992'de, Dalay Lama
gelecekteki Tibet Hükümet seçimlerinde hiç rol oynamayacağını,
hükümetin halk tarafından seçileceğini belirtti. Geleceğin Tibet’inin
politikacıları, diğer bir deyişle rehberleri, ise şöyle konuştu:
''Geleceğin Tibet'i ahimsa (şiddet karşıtı) kurallarına uyan,
barış-sever bir ulus olacaktır. Hükümetimizin temiz, sağlıklı
ve güzel bir çevreyi korumaya bağlı demokratik bir sistemi olacaktır.
Tibet tamamiyle askerlikle ilgili her şeyden arındırılmış bir
ulus olacaktır.''
GÜNÜMÜZDE TİBET'TE İNSAN HAKLARI
Mao Zedung'un 1976'nın Eylül ayındaki ölümü, Çin politikalarında
değişikliğe neden oldu. Değişme ekonomide liberalleşme ve politikada
daha çok açık olma hakkındaydı; siyasi mahkumlarla ilgili kanunlara
bile esneklik getirildi. Fakat liberalleşme ve bu açıklık politikası
Tibet'teki politik özgürlüğe karşı olan tutumu etkilemedi. Eylemcilerin
kitleler halinde tutuklanması 1982, 1987 ve 1988 yıllarında da
devam etti. 1990 yılında Çin, sıkıyönetim yasasının kaldırıldığını
ilan etti ve Çin'den gelen Avusturyalı ilk insan hakları delegasyonunun
1991 yılının Temmuz ayında Tibet'i ziyaret etmesine izin verildi.
Oysa ki sıkıyönetim yasası sadece kağıt üzerinde kaldırılmıştı,
uygulamada hala devam ediyordu. Uluslararası Genel Af Örgütü,1991'deki
raporunda,polisin ve güvenlik güçlerinin keyfi tutuklama yaptığı
ve sanıkları sorgulamadan gözaltına aldıklarını belirtti.
Keyfi tutuklamalar, sanığı hiç kimseyle görüşmesine izin vermeksizin
gözaltına almalar, aniden ortadan yok olmalar, idamlar, hapishane
işkenceleri Tibet'te oldukça yaygın; orada hareket etme özgürlüğünüz
bile yok.
TİBET'İN SOSYO-EKONOMİK DURUMU ve TİBET'TE KOLONİLEŞME
''Tibet'in bu gelişme için kaybettiği kazandığından fazlaydı.''
Bu söz, Tibet'teki üç asırlık Çin yönetiminden sonra Panchen Lama'nın
vardığı son kanıydı. Çin Hükümeti, Tibet'in ekonomisinde; bereketli
mahsulleri, endüstriyel büyüme, alt yapının gelişmesi ve daha
bunlar gibi nicelerinin büyük bir büyüme ve gelişme olduğunu işaret
etti.Tibet, tarihindeki büyük açlıkları (1961-1964 ve 1968-1973)
yaşarken bile bu iddialar öne sürülüyordu.
Açıkça görülen şu ki Tibet'teki sosyal ve ekonomik gelişmelerden
kar sağlayan Tibetliler değil; Çinli işgalciler, onların hükümeti
ve ordularıydı. Çin politikalarının başarısız olduğunu kabul edecek
kadar dürüst ve cesur olan Çinli bir lider, o çok övülen Çin ''yardımı''ndan
nasibini almamış olan Tibetlilerin hayatlarına güya gelişme getirmeyi
planlamıştı. ''Anti-Emperyalist Komün'' de içinde olmak üzere
birkaç Tibetli aileyi ziyaret etti. Tibetlilerin yoksulluğundan
adeta iğrenen lider, TAR'ın belli başlı görevlerini ve Tibet için
ayrılmış olan desteğin ''Yarlun Nehri''ne atılıp atılmadığını
öğrenmek amacıyla bir toplantı düzenledi. Toplantının sonunda
Çinli lider, Çin propaganda iddialarının tersine,
Tibetlilerin yaşam standardının 1959'dan beri
gittikçe kötüleştiğini ve Tibet'teki Çİnlilerin -ki bunu özellikle
hükümet kadrosu oluşturur- gelişmenin önünde bir engel oluşturduğundan
yakındı. Üç yıl içinde, yaşam standardının 1959 yılından önceki
dönemin seviyesine çıkarılacağını ve Çinli kadronun %85 oranında
azaltılacağını söyledi. TAR
Parti sekreteri, Yin Fatang, Hu'nun Tibet hakkındaki izlenimlerini
''sefalet ve gerikalmışlık'' içinde kısılı kalmış bir ulus olarak
özetledi.
Tibet'in işgalinden hemen sonra, Çin hemen hemen Tibet'in her
bölgesini etkileyen kollektivasyon programlarını uygulamaya başladı.
Göçebelerin (çiftçilerde de olduğu gibi) sahip olduğu bütün hayvan
sürüleri kamulaştırıldı ve bu göçebeler tugaylarla komünlere ayrıldı.
Asıl hayvan sahiplerinin, yani göçebelerin, elde edilen üründe
hiçbir hakkı yoktu; çiftçilerin durumu da bundan farklı değildi.
Her sene aldıkları 5 pound luk yağ (1 pound yarım kiloya eşittir.),
on pound luk et ve dört-beş khel (1 khel 20-30 pound arasına denk
gelir.) tsampayla (arpa unu) yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar.
Resmi Çin istatistiklerine göre, 1980’lerin sonlarında TAR'ın
yıllık ek geliri yaklaşık bir milyar yuan ya da 270 milyon dolar
civarındaydı. Çin Hükümeti'nin kabul etmeyeceği şeyse; Tibet'e
verdiğinden çok kazandığıydı. Parasal açıdan bakmak gerekirse,
Tibet'ten Çin'e gönderilen kereste miktarı, Çin'in Tibet'e verdiğini
iddia ettiği finansal desteğin kat ve kat fazlasıydı. Tabii Çin'in
Tibet'ten sağladığı kazanç sadece bununla sınırlı değildi; bütün
bunların yanında paha biçilmez sanat eserleri, uranyum, altın,
gümüş, demir, bakır, boraks, lityum, kromat gibi çeşitli mineral
kaynakları da Çin'e kaçırılmıştı.
Her ne koşulda olursa olsun, Çin'in ek finansal kaynak miktarı,
Tibet'te çalışan personel sayısının performansıyla doğru orantılıydı.
Çin aynı zamanda Tibet'te yaşayan vatandaşlarına da teşvik primi
ödüyordu. Tibetlilerinse bu durumdan kazancı yok denecek kadar
azdı.1970’lerin sonları ve 1980’lerin başlarında, şehirde yaşayan
her bir kişi için 128 dolar, kırsal kesimde yaşayan her bir kişi
içinse 4.50 dolar harcanıyordu.Tibet'te yaşayan Çin vatandaşları
ve Çinli personel çoğunlukla Lhasa, Nyingtri, Gyantse, Nagchu,
Ngri, Tsethang ve Chamdo gibi TAR'ın şehirleştirdiği önemli kesimlerde
yaşarken Tibetliler daha çok kırsal kesimlerde yaşıyorlardı.
Tahsis edilen ürünler bile, Tibetlilerden çok Çinliler tarafından
tüketiliyor. Tibetlilerin temel gıda maddesi arpadır (tsampa),
şehirde yaşayanları ve zenginleriyse temel gıda maddelerine ancak
pirinç ve buğdayı ekleyebiliyorlar. Fakat her nasıl oluyorsa tahsis
edilen tek şey buğday ve arpanın parası. Bütün bunlar zaten Tibet'te
yaşayan Çinlilerin de gıda maddelerini oluşturuyor. Ulaşıma gelince,
Tibet'in hemen hemen bütün köylerine uzanan bir kara yolu ağı
var; fakat buna rağmen toplu taşıma Tibet'in kısal kesimlerinin
büyük çoğunluğunda yok denecek kadar az. Çin'in sahip olduğu ulaşım
ağının büyük bir kısmınınsa Tibetlilere pek bir yararı yok. Bazı
Tibet köylerinde otobüsler haftada sadece bir kez çalışıyor ve
insanlar hala ulaşım aracı olarak at, katır, öküz, eşek ve koyun
kullanıyorlar.
Sağlık hizmetlerinde de durum pek farklı değil. Hastanelerin %90'ı
zaten şehirlerde, kırsal kesimlere yollanan sağlık görevlileri
de ya donanımlı değiller ya da Çin'de iş bulma olasılığı oldukça
az olan doktorlar ve hemşerilerden oluşuyor. Aynı zamanda Çinli
doktorların ve sağlık personelinin kendilerin geliştirmesi için
Tibetli hastaları kobay olarak kullandıkları hakkında birçok belge
var.
Bağımsız Tibet'te 6000'den fazla manastır, Tibet'in eğitim ihtiyaçlarını
karşılamak için okul ve üniversite olarak kullanılıyordu. Tibet'in
aynı zamanda, hükümete ait olan kadar kişilere de ait olan manastır
eğitimi haricinde eğitim veren okullar da vardı. Çin Hükümeti'ne
göre bu geleneksel eğitim merkezleri, ''kör inanç'' ve ''feodal
baskı''ya zemin hazırlayan evlerdi. Çin, Tibetlileri kırsal kesim
ve göçebelerin yaşadığı yerlerde manastırların yerine, bağımsız
ödenekleri olan ve Çin Hükümeti'nin vadettiğinden bir kuruş daha
fazla alamayacak olan ''halk okulları''nı kurmaya zorladı. Şu
anda Tibet'te 2450 ilkokul var. Bunların 451'i sağlam temellere
ve yeterli donanıma sahip değil. 2000'den fazlası halkın katkılarıyla
ayakta duruyor. Ya hiç eğitim vermiyorlar ya da eğitim seviyeleri
oldukça düşük. Okul çağındaki çocukların sadece %45'i okula gidebiliyor.
Bunların içinden sadece %10.6'sı orta okulu bitirebiliyor. Bu
okullarda yeterli sayıda öğretmen yok olanlar da yeteri kadar
nitelikli değil. Kağıt üzerinde gösterilenlerle gerçek hayattakiler
de birbirini tutmuyor; kırsal kesimlerdeki okulları buna örnek
gösterebiliriz. Bu okullar yeterli öğretmen ve kaynağa sahip olmadığı
için ya ambar olarak kullanılıyor ya da kapatılıyor. Okuma-yazma
bilen büyükanneler ve büyükbabalarsa torunları okuma-yazma öğrenemediği
için Çin vurdumduymazlığının hatıraları olarak yaşıyorlar.
Çinlilerin, Tibetlilerin inanışlarıyla dalga geçmesi ve din adamlarını
aşağılaması oldukça sık görülür hale geldi. Dini metinler yakıldı
ve tarla gübresiyle karıştırıldı, kutsal taşlar (ibadet edenlerin
kullandığı oymalı taş ve levhalar) tuvalet ve kaldırım yapımında
kullanıldı, rahip ve rahibeler toplum içinde ilişkiye girmeye
zorlandı, yıkılmaya yüz tutmuş manastır ve tapınaklar domuz ahırına
dönüştürüldü, açlıktan nefesi kokan rahip ve rahibelere yiyeceklerini
''Buda''dan istemeleri söylendi.
NÜFUS TRANSFERİ VE KONTROL
Çin'in Tibet'i bombalamamasına ve Tibet manastırlarını yıkmak
için Kızıl Muhafızlarını yollamamasına rağmen amacı hala aynı:
Tibet din ve kültürünü tamamen yok etmek. Çinliler sürekli kitleler
halinde Tibet'e yollanıyor. 1985 yılında sadece Lhasa'da yaşayan
Çinli sivil sayısı 50.000 ve 60.000 arasında değişiyordu. 1985'ten
88'e kadar büyük bir Çinli göçmen akınıyla Lhasa'nın nüfusu iki
katına çıktı. TAR'ın haricindeki Tibet topraklarıysa, bugünün
Qinghai kasabası, Kham bölgesi ve Amdo'yla; Sichuan, Gansu ve
Yunnan kasabalarının karışmış şeklini içeriyor. Bu şehirler Çin
nüfusunun en fazla olduğu yerler. Pekin Hükümeti ise sivil görevliler
ve Çin halkına Tibet'te ikameti özendirmek amacıyla uzun tatil
fırsatları, daha az vergi ve yüksek maaş gibi olanaklar vadediyor.
1984 yılında Çin, Tibetliler üzerinde bir doğum kontrol politikası
uygulamaya başladı. Tibetliler artık sadece, en fazla, iki çocuğa
sahip olabileceklerdi. Shigatse ve Gyatsa'da 1087,1983 yılında
da Kham ve Amdo'da 2415 kadın zorla kısırlaştırıldı. Bütün ülkeyi
dolaşan mobil doğum kontrol ekipleri kuruldu.Bu ekiplerin görevi
kürtaj ve kısırlaştırmaydı. Hamileliği ilerlemiş kadınlar bile
kürtaj edilerek kısırlaştırılıyordu.
Bunun sonucu olarak da bu Çin nüfus transferi ve doğum kontrol
politikasının içinde Tibetliler kendilerini, kendi ülkelerinde
ekonomik, politik, sosyal çevreler ve eğitim çevrelerinde kısıtlanmış
hissediyorlardı.
1992 yılında 12.227 alışveriş merkezinden Tibetlilerin Lhasa'da
sahip olduğu sadece 300 tanesiydi. Güney Kham'daki iş merkezlerinde
de durum pek farklı değildi; Çinlilerin 133 iş merkezi varken
Tibetliler sadece 15 taneye sahipti. Bir İngiliz gazeteciye göre
Amdo'daki Tibetli sayısı ''turist'' sayısına düşürülmüştü.
TİBET'İN DOĞASI TEHLİKEDE
(Dharamsala)
Tibet toprakları, Asya'nın beş büyük nehrinin kaynağını aldığı
yerdir. Aynı zamanda Tibet'teki nehirlerin %90'ı Tibet sınırlarının
dışında denize dökülür. Machu (Sarı Irmak), Tsangpo, Trichu (Yangtze)
ve Senge Khabab (Indus) nehirleri; kum ve kil açısından dünyanın
en zengin beş nehri arasındadır. Bu ırmakların suladığı alan,
doğudaki Machu Havzası'ndan batıdaki Senge Khabab'a kadar, dünya
nüfusunun %47'sini besliyor. Çinliler Lanyang Xia gibi büyük barajlar
inşa ettiler ve hala Yamdrak Yutso'daki hidroelektrik santrali
gibi ;Tibet ve Çin için enerji kaynağı olabilecek, yararlar sağlayabilecek
olan santraller inşa etmeye devam ediyorlar. Tibetliler kendi
topraklarından çıkarıldıklarından beri, on binlerce Çinli işçi,
bu barajları inşa etmek ve bu barajların bakımını yapabilmek için
Çin'den Tibet'e getirildi.
Elbette Tibet'in sahip olduğu, insan eli değmemiş yüksek dağları,
yaşlı ormanları, yüksek platoları ve derin vadileri de unutmamak
gerek. Tibet topraklarının %70'i tarım alanı ve bu da, hayvancılığın
ekonomide daha çok yeri olan, tarıma elverişli bir ülkenin ekonomisinin
belkemiğini oluşturuyor. Tibet'teki evcil hayvan popülasyonu yaklaşık
70 milyon kadar, çoban sayısı da bir milyonu buluyor.
Son 40 yıldır, ülkenin önemli meralarında hissedilir derecede
bir bozulma var. Ülkenin normal tarım alanları dışındaki alanlarının,
Tibet'te yaşayan Çinliler için tarıma açılmasının konusu bile
Tibet'teki tarım alanları için oldukça büyük bir tehdit unsuru.
Arazilerin tarıma açılması, tarıma elverişli araziyi kullanılmaz
kılarak çölleşmeye yol açtı. Özellikle Amdo bölgesi bu sorundan
en müzdarip bölge.
Tibet yılda yaklaşık 200 kilokalori/cm güneş enerjisi elde eden
Sahara'dan sonra, jeotermal kaynaklarının yanında, en fazla güneş
enerjisine sahip ülke.
1949 yılında, Tibet'in ormanlarının kapladığı alan 221.800 kilometrekareydi;
ne var ki, 1985'te bu alan 134.00 kilometrekareye düştü. Kağıt
üreten Çinlilerin daha fazla hammaddeye ihtiyaç duyması durumunda
ise Tibet'in ormanlarının yok oluşunun önüne geçilemedi. Halbuki
üretmek yerine Avusturya'dan kağıt ithal etmek bile daha ucuzdu.
Çin'deki bir fabrikada beş yıldır kendi ülkesinden Çin'e hammadde
ithal eden bir şirkette çalışan bir Avusturyalı'yla tanıştım.
Bana Çin'in, Tibet ve yavaş yavaş bütün Asya'nın (''Bütün Asya''
diyoruz; çünkü Tibet'e komşu olan bütün ülkeler sağanak yağış
ve muson iklimlerini Tibet'in ormanlarına borçlu) doğasına zarar
verdiğinin farkında olduğunu söyledi; fakat artık bu zararın önüne
geçmek için çok geçti. Çünkü Himalayalar'da bu yıl (2004) kaydedilen
muson yağışı miktarı yerel yörelere göre çok daha az.
Zengin mineral kaynaklarının da tüketildiği gibi Tibet'teki vahşi
hayat da yok ediliyor. Çinlilerin avlanma sporu, Tibet antilobunun,
Tibet öküzü sürülerinin ve vahşi eşeklerin ciddi ölçüde yok olmasına
yol açtı.
Çin'in Tibet'te 90 nükleer savaş üssü olduğu belirlendi. 90. Akademi,
Çin'in kuzeybatısındaki Nükleer Silah Araştırma Akademisi ve Tibet'in
Amdo bölgesinin kuzeydoğusundaki Tasarım Akademisi'nin Tibet platosunda
miktarı ölçülemeyecek kadar çok olan radyoaktif atık bulduğu ve
bunları yok ettiği söylendi.
SÜRGÜNDEKİ TİBETLİLERİN BAŞARILARI
(Tibet Çocuk Köyü)
Çin, kültürel ve ekonomik açıdan geri olan Tibet halkını uygarlaştırmak
ve geliştirmek için yardım sunduğundan Tibet'teki varlığının yerinde
olduğu konusunda ısrar ediyor. Aslında Tibet kendisine bırakıldığı
takdirde kendi içişlerinin üstesinden gelebilme kapasitesine sahip.
Sürgünde olmalarına rağmen kendilerini geliştirmeye devam eden
Tİbetliler bunun en iyi örneği.
Sürgündeki Tibet'in hükümeti, Ev sahibi Hindistan Hükümeti ve
uluslararası yardım kuruluşları, 1959 yılından beri sürgündeki
Tibetlileri eğitme işi için tam 1,5 milyar rupee harcadı.
Tibet Hükümeti bütçesinin %65'ini, sürgündeki Tibetli çocukların
eğitimi için ayırıyor. Fakat bu rakam, manastır eğitimi için ayrılan
miktarı kapsamıyor.
Bugün Hindistan, Nepal ve Bhutan'da yeni kurulmuş olan Tibet manastırlarında
yaklaşık 11.000 rahip ve rahibe var. Hindistan'da yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya olan Tibet kültürünü korumak için özel olarak birçok
kurum kurulmuştur. Dharamsala'daki Tibet Tıp ve Astroloji Enstitüsü,
hastalarına geleneksel Tibet tedavi yöntemini uyguluyor. Hatta
bazıları, Dharamsala'ya (Özbekistan'dan sadece bu tedavi için
bir haftalığına gelen Türk ailesi gibi) özel olarak bu enstitüde
tedavi olmak için geliyor.
Dharamsala'daki Tibet çalışmaları Arşiv
Kütüphanesi (LTWA) ve Yeni Delhi'deki Tibet Evi; Tibet felsefesi,
dili ve kültürü alanında eğitim gören yabancı öğrencilere kendilerini
geliştirmeleri için olanaklar sağlıyor.
Dharamsala'daki Tibet Sanat Enstitüsü (TIPA) günümüze kadar Tibet
opera, dans, şarkı ve müziğini korumayı başarabilmiş bir kurum.
Hindistan'daki çeşitli Tibet okullarında çalışan sanat öğretmenlerinin
çoğu, Hindistan ve diğer ülkelerdeki bazı şarkıcılar eğitimlerini
TIPA'da almışlardır.
Dharamsala'da bulunan Tibet Kültürel Yayım Evi ve diğer Tibet
yayım evleri, Budizm'in kuralları ve diğer binlerce geleneksel
Tibet yayımının yanında Kagyur, Tengyur ve kutsal yazıtları yayımlayarak
Tibet kültürünü korumaya çalışıyor.
Günümüzde Hindistan, Nepal ve Bhutan'da; ilk, orta ve lise derecelerinede
26.000 öğrenciye sahip 84 Tibet okulu var. Bunların 17'si bölgesel.
Bunlara ek olarak da 55 anaokulu var. Dharamsala'nın sürgündeki
Tibet hükümetinin Planlama Konseyi tarafından hazırlanan istatistiklere
göre, okula giden sürgündeki Tibetli çocukların yaklaşık %92'sinin
yaşları 6 ila 17 arasında değişiyor. Okul eğitimi bütün çocuklar
için ücretsiz. Her sene 405 öğrenci orta okulu bitiriyor ve bu
mezunların 200 ila 250 arasında değişen kısmı Hindistan veya diğer
ülkelerdeki üniversitelere gidiyor.
Bazı aileler çocuklarını Dharamsala'ya sadece eğitim için gönderiyor.1979'dan
beri, 5000 rahip ve rahibe dini çalışmalarını sürdürebilmek için
Hindistan'a kaçmış bulunmakta. Dharamsala'da yaşayan Tibetli sayısı
gittikçe artıyor. Her hafta, politik ve dini nedenlerden dolayı
yeni gelenler oluyor. Dalay Lama, o esnada şehirdeyse, yeni hayatlarına
hoş geldiklerini söylemek ve iyi dileklerini iletmek amacıyla
yeni gelenlere bir toplantı düzenliyor.
Hindistan'da kalabilmek için ülkeyi terk etmeyeceklerine dair
her sene yenilemek zorunda oldukları bir belge olmasına rağmen,
oturma izni almak isteyen Tibetliler için yeni yaşamları çok da
umut vaad edici değil. Hindistan'da kalabilmeleri için, her istedikleri
zaman ülkelerine gitme hakları yok ve Hindistan'ın Tibetli mülteciler
hakkında nasıl bir politika güdeceği hakkında şüpheleri var.
(Dharamsala'da bir sınıf)
Hindistan'da düşünce, sanatını icra etme, bir işe sahip olma ve
çocuk sahibi olabilme özgürlükleri var; fakat bu özgürlüklere
sahip olmalarına rağmen tamamen farklı bir kültürün yanı sıra
farklı bir çevrede de yaşam savaşı veren Tibetliler için geleceklerinin
belirsizliği en büyük endişe kaynağı.
Hindistan'da doğmuş olan yeni nesil, Tibet kültürü ve dilini korumaya
yönelik çabalarının olmasına rağmen, Hint yaşama tarzı ve adetlerini
benimsemiş durumda.
Tibetli gençler çok dilli; İngilizce,Hintçe ve Nepalce başta olmak
üzere bir ya da iki Tibet lehçesini konuşabiliyorlar.
Tibet Yardım Derneği, Çoklu-Eğitim Merkezi için gönüllü olarak
İngilizce öğretmenliği yaptığım süre boyunca Tibetli mülteciler
için Nepal'de kurulmuş olan resepsiyonun işlerinin oldukça yoğun
olduğunu, Hindistan'a gelmeden önce Nepal'de kısa bir süre için
kalmak zorunda olan rahiplerle tanıştığımda anladım. Nepal'deki
resepsiyon özellikle de karlar altındaki Himalayaları aşarak gelen,
dudakları mosmor kesilmiş Tibetlilerle ilgilenmek zorun olduklarında
yoğun. Birçok mülteci soğuktan el ve ayak parmaklarını kaybetti
ve bu yüzden hayatlarının geri kalanını sakat olarak geçirmek
zorunda kaldı.
Dalai Lama'nın Mc Leod Ganj'a (Dharamsala’nın Tibet bölgesi) 1960'taki
ilk gelişinde bölgenin durumu oldukça kötüydü. Depremlerle yıkılmış,
koloniciler tarafından terk edilmişti. Sürgündeki Tibet'i yeniden
inşa etme olayı işte o zaman başladı ve 20 yıl içinde Himachal
Pradesh'teki terk edilmiş dağ istasyonu küçük bir Lhasa'ya dönüştürüldü.
Tibet kültürünü yaymak için yavaş yavaş manastırlar, tapınaklar,
okullar, kimsesizler için yurtlar, kütüphaneler, enstitüler inşa
edildi ve bu binalar giderek artmakta. Bu ev ve binaların çoğu
beton ve tuğla gibi oldukça modern maddelerle inşa edildiler;
fakat neyle yapılmış olurlarsa olsunlar hepsi Tibet tasarım ve
desenlerini yansıtıyor.
Mc Leod Ganj ve Drahamsala arasında, sürgündeki Tibet Hükümeti,
her küçük evin hükümetin bir bakanlığını temsil ettiği bir kampüste
kurulmuştu. İlk gün Budizm dersim için LTWA'ya giderken Tibet
Hükümeti Maliye Bakanlığı'ndan geçmek oldukça tuhaftı. Kampüste
hükümet gerçek değilmişçesine bir peri masalı havası vardı ki
insanın herkesin işinin başında, yabancı bir hükümet içinde kendi
devletlerinin işlerini yürütmekte olduğuna inanası gelmiyordu.
(Tibet Çocuk Köyü)
Tibet Çocuk Köyü'ne ilk gidişim, Tibet Çocuk Köyü'nde büyümüş
Tibet Gönüllüleri Organizasyonunun koordinatörünün düzenlediği
bir geziyle oldu. Önceki günlerde okumuş olduğum Dervla Murphy'nin
yazılarından tanıdığım TCV'yi, bebeklerden gençlere kadar her
yaş grubunu içeren bir yatılı okulu, görmek benim için oldukça
heyecan vericiydi. Günümüzdeyse TCV, Richard Gere gibi birçok
ünlü tarafından desteklenen, Dalay Lama Tapınağı'ndan sonra 2.
büyük yatılı okul. Ünlülerin Tibet için yaptıkları bununla da
sınırlı değil, bugün birçoğu, aynı zamanda bu konuda oldukça duyarlı
olan Batı'da özgürlük hareketi için ilgi uyandırmaya çalışıyor.
Tibet halkına katılmak ve Tibetli rahiplere İngilizce öğretmek
için Dharamsala'ya gitmeden önce Türklerin Tibet hakkındaki bilgisini
ölçmek için küçük bir araştırma yaptım. Dalay Lama'nın 1958 yılında
Hindistan'a kaçtığından ve o zamandan beri orada yaşadığından
haberleri yoktu. Oysaki hepsi de muntazam gazete okuyan eğitimli
insanlardı. Yurt dışında yaşayan bir insan olarak, Türklerin Tibetliler
ve Tibet'te neler olup bittiği hakkında pek bir şey bilmediklerinin
farkına varmamıştım. Umarım bu yazı, Türkiye'de yaşayan Türkler
arasında Tibet Hareketi hakkında ilgi uyandırır ve Türkler sürgündeki
Tibet halkını ve Çin yönetimi altındaki Tibet'i desteklemeye başlarlar.