Fransa’nın
sanayi kenti St.Etienne’de dünyaya gelen performans sanatçısı Orlan,
çağdaş sanat dünyasında sıra dışı bir yere sahiptir. Orlan, “sanat
yapmak pis bir iştir, ama biri çıkıp bunu yapmak zorunda” der ve
üstlendiği bu kirli işi kelimenin en inanılmaz anlamıyla kendi vücudunu
kullanarak yapar. ‘Carnal Art’** olarak adlandırdığı sanatsal performanslarında
Orlan, erkek iktidarının güzellik kavramını ve modern batı toplumlarında
kadın öznenin kuruluşunu eleştirmek için bir dizi estetik ameliyatla
vücudunu ve yüzünü yeniden biçimlendirir.
Diğer
kadınlar estetik cerrahiyi gençleşmek ve genel kabul görmüş, standartlaşmış
türde bir güzelliğe sahip olmak için kullanırken, Orlan bu estetik
ameliyatları güzellik kavramını yeniden yapılandırmak ve kendi
tarzına uygun bir şekilde bu kavramı yeni baştan yaratmak için
kullanır.
Carnal Art’ın eleştirdiği en önemli nokta, Barbara
Rose’un ifadesine göre “toplumun, kadın imajını alıp geleneksel
bir yolla ve ikiyüzlüce Madonna ve fahişe şeklinde ikiye ayırması”
dır.1
Rose, Orlan’ın ‘operasyon tiyatrosu’ olarak adlandırılan ve tüm
detaylarıyla planlanmış performanslarının altında ölümüne ciddi
nedenler yatan dahi bir sanatçı olduğuna inanır. Sanatı sanat
olmayandan ayıran iki önemli kriter olan kasıtlılık (intentionality)
ve dönüşüm (transformation) Carnal Art’ta bir arada sunulur. Onun
aykırı çalışmaları bizi sanatı sanat olmayandan ve normalliği
delilikten ayıran sınırları yeniden düşünmeye zorlayan, patolojik
davranışlardan çok estetik hareketlerdir.2
Ameliyathane Orlan’ın stüdyosudur ve bedeni yalnızca işi için
kullandığı bir araç ve materyal değil, aynı zamanda işinin ta
kendisi ve estetik otoritelerin stereotiplerine karşı direnişine
hizmet eden bir metafordur.
Orlan’ın çalışmalarında vücut, değiştirilemezlik
ya da kabul gören stile göre değiştirilebilirlik özelliğini kaybeder.
Bu bağlamda, Kathy Davis’in de belirttiği gibi, Orlan’ın projesi
farklı kimlikleri deneyimlemek için bedenin cerrahi yollarla değiştirilmesidir.
O, ırk ve cinsiyet sınırlarını aşar ve “ben transseksüel kadın
hareketinden yana bir kadınım” der. Ne var ki Davis’e göre gerçekleştirilen
bu cerrahi dönüşümler kalıcı olmadığı için cinsiyet değiştirme
operasyonu olmaktan uzaktır. Bu projeyi, kimlik üzerine postmodern
feminist teoriye bir katkı ve kimliğin parçalanmışlığı, bölünmüşlüğü,
çokluğu ve inişli çıkışlılığı ile ilgili postmodern bir kutlama
olarak görmek daha yerinde bir yaklaşım olabilir. Bu amaca hizmet
edecek bir plastik cerrahi, kadınlara bedenlerinin kontrolünü
yeniden kazandırabilecek bir yoldur ve Orlan’ın projesi feminist
ütopyanın, üzerine inşa edildiği “ada”nın bizatihi bedenin kendisi
olduğu bir örneği olarak görülebilir. 3
Orlan lokal anesteziyle gerçekleştirilen bir
rahim dışı ameliyatı geçirdikten sonra, hem gözlemci hem de hasta
rolünü oynayabildiğini görüp, cerrahiyi performans sanatına dönüştürmeye
kadar verdi. Bugünkü anlamda sergilemeye başladığı operasyon/performanslar;
müzik, şiir ve dans eşliğinde ve sanatçının kendi yönetiminde
gerçekleştiriliyordu. Operasyonların gerektirdiği oldukça ağır
masrafları, fotoğraf ve video haklarını, hatta bu “beden heykeltıraşlığı”
süreci boyunca akan taze kan örneklerini ve kopan et parçalarını
dahi satışa çıkararak karşıladı. Orlan operasyonlarda izleyici
olarak bulunan katılımcılarla iletişim kurabilmek için lokal anesteziyi
tercih etmektedir. Onun operasyon tiyatrosunda yalnızca sahnedekiler
değil izleyiciler de interaktif katılımcılar olarak kendi rollerini
oynamakta ve herhangi bir tiyatro oyunundakinin aksine gerçek
bir acıya tanık olmaktalar. Cerrahın iğnelerini Orlan’ın yüzüne
ve etine batırdığı, dudaklarını dilimlediği ve kulaklarını kesip
yüzünden ayırdığı gösteriyi izlerken seyirciler arasında büyük
bir taşkınlık yaşanıyor. Herkesin ciddi bir rahatsızlık içinde
ve kelimenin tam anlamıyla dehşete kapılarak izlediği gösteri
boyunca Orlan sakinliğini koruyor.
Orlan’ın bu sanatsal üretimi Antik Yunan’da Zeuxis’in
çeşitli kadınların en güzel parçalarını alarak bunları ideal kadın
görüntüsünü sağlayabilmek için bir araya getirişinin bir parodisi
gibidir. Orlan da benzer şekilde, Rönesans ve sonrası boyunca
ideal güzelliğin temsili olarak görülen kadınların birbirinden
farklı özelliklerini seçti. Cerrahların yardımıyla bilgisayar
kullanarak; Diana’nın meşhur burnunu, Boucher’in Europa’sının
dudaklarını, Botticelli’nin Venüs’ünün çenesini, Gerome’nin Psyche’sinin
gözlerini ve Leonardo’nun Mona Lisa’sının alnını kendi yüzünde
bir araya getirdi. Ameliyathaneler de bu çalışmaların ilgili detaylarının
büyütülmüş kopyalarıyla dekore edilmektedir. Orlan’ın Batı sanat
tarihini yorumlarken bu kadın prototiplerini seçişi tesadüfi değil,
aksine her biri belli tarihsel ve mitolojik sebeplere dayanıyor:
“Diana’yı kavgacı maceralar tanrıçası olduğu ve erkeklere boyun
eğmediği için; Psyche’yi aşka duyduğu ihtiyaç ve ruhsal güzelliği
için, Europa’yı bir başka kıta arayışı içinde olduğu ve kendini
bilinmeyen bir geleceğe sürükleyebildiği için seçti. Venüs zaten
verimlilik ve yaratıcık yönleri açısından Orlan’la gösterdiği
benzerliklerden dolayı onun mitinin bir parçasıydı ve son olarak
Mona Lisa’yı ise androjinliğinden dolayı bu karışıma kattı - efsaneye
göre bu resim aslında bir erkeği simgeliyor; belki de Leonardo’nun
kendisini -.” 4
Orlan “Bu görüntüleri kendiminkiyle birleştirdikten sonra her
ressam gibi ben de, nihai portre ortaya çıkıncaya ve resmi bitirip
imzalamak mümkün oluncaya dek bütün üzerinde çalışmaya devam ettim”diyor.
Aslında,
Orlan tarafından yapılan ve Batı sanat tarihinden örneklere yönelik
bu atıfları, bu geleneğin çağdaş bir temsilindense, dehşet ve
mizah duygusunu birleştiren çelişkili bir üslupla, mevcut sanat
tarihsel mizahın parodisi ve inkarı olarak görme eğilimindeyim.
Bu paradoksal çalışmada Batı kültürüne yönelik aidiyet duygusu
kadar ona olan nefretin de izlerini görebilirsiniz. Yine buna
benzer bir eğilime Amerikan fotoğraf sanatçısı Joel-Peter Witkin
ve Batı kültürünün temel ilkelerine karşı duruşuyla tanınan modern
yazarlardan Chuck Palahniuk’ın çalışmalarında da rastlamak mümkün.
Palahniuk; Amerikan ve benzeri tüm Batı toplumlarını, onların
en önem verdikleri değerleri satirleştirerek eleştirir. Ve ilginçtir
ki yazarın Görünmez Canavarlar adlı
romanı; vücudun ve yüzün transformasyonu ve bozulması, cerrahi
operasyonlar ve kimlik problemleri ile ilgilidir. Bu üç sanatçının
çalışmalarının bir arada karşılaştırıldığı bir yazı, bize modern
toplumların eleştirisine yönelik bazı yaratıcı başlangıç noktaları
sunabilir.
Orlan’ın
sanatı Bob Flanagan, Yves Klein, Chris Burden ve Marina Abramovic
gibi diğer performans sanatçılarıyla olan benzerlikleriyle birlikte
de analiz edilebilir. Fakat o, iki önemli nokta ile diğerlerinden
ayrılmaktadır. İlki acı... Adı geçen diğer performans sanatçıları
acıyı kendi istekleriyle, mazoşistçe arzularken Orlan, anestezi
sayesinde hiç acı çekmemektedir. Orlan’ın sanatını diğerlerinden
tamamı ile ayıran ikinci özelliği ise sanatının bütünlüğü ve derinlemesine
düşünülmüş, ayarlanmış, düzenlenmiş olmanın ve denenmişliğin ona
kattığı konuya hakimiyet ve uygunluk özellikleridir. O, sanatını
yaşamının bütününe yayarak icra etmeye devam ediyor. Bu, spontan
ya da agresifçe gerçekleşen bir olgu değil. Aksine ancak oldukça
detaylı planların ardından çok bilinçli ve organize bir şekilde
gerçekleştirilebilecek bir sanat yapıtı.
Herhangi bir acı hissetmemesine ve operasyonlardaki
tüm o sakinliğine rağmen Orlan için sanat bir ölüm kalım meselesidir.
Her zaman için bir risk unsurunun olduğu gösterileri boyunca Orlan’ın
felç olma veya ölme ihtimali oldukça yüksek. Orlan bedenini sanat
uğruna çoktan gözden çıkarmış durumda, onu kurban ediyor, günden
güne tüketiyor ve bunun sonsuz bir kaynak olmadığı da ortada.
Bunu bir tür postmodern potlatch5
gibi görmek de mümkün. Tüketilen ve hediye edilen şeyi vücuda
ve sonucunda elde edileni ise sanatsal zevke benzetebiliriz.
Orlan sadece Carnal Art olarak adlandırılan yapıtını
sunmakla kalmaz, aynı zamanda sanatın ulaştığı bugünkü yeni/devrimci
noktayı açıklamayı da dener. Carnal Art teorisini uygularken,
bu pratiklerin teorik/estetik alanda temsiliyeti misyonunu da
üstlenir.
Carnal
Art manifestosunda Orlan, ironik bir ifadeyle performe ettiği
sanatın klasik anlamda, çağın mümkün kıldığı teknolojiyle gerçekleşen
bir oto-portre olduğunu bildirir. Bu, çağımızın ulaşmayı henüz
mümkün kıldığı, bedenin figürasyon ve disfigürasyonu arasında
duran bir yazıttır. Orlan’a göre vücut “değiştirilmiş bir hazır
yapım” olmalıdır. Buradaki acı “body art”ın tersine bir kurtuluş
ya da arınma anlamına gelmez. Herhangi bir “plastik” sonuca ulaşma
amacı da taşımayan “Carnal Art”, daha çok insan vücudunu değiştirmek
ve onu toplumsal bir tartışmaya açmak çabasındadır. Bu uğraş,
Hıristiyan geleneklerine ve onun beden hakkındaki görüşlerine
karşı bir zıtlık içermektedir. Çünkü Orlan bedenini dile dönüştürmekte
ve Hıristiyanlığın “bedeni beden yapan sözdür” geleneğini kendi
ifadesi ile “sözü söz yapan bedendir” şeklinde ters yüz etmektedir.
Ses, Orlan’da değişmeden kalan tek şeydir. Meşhur “acı içinde
doğdun” sözünü anakronik bir saçmalık olarak niteleyen Orlan’ın
sanatında, “Yaşasın Morfin!” sloganından da anlaşılacağı gibi
lokal anestezi ve çeşitli ağrı kesiciler sayesinde acının üstesinden
gelmek mümkün.
Böylece sanatçı, kesilen bedenini hiçbir acı
duymadan gözlemleyebiliyor. Kendini bağırsakları dökülmüş halde
gördüğü zaman Orlan, “ayna evresi”nin yepyeni bir versiyonuna
ulaşmış oluyor. ‘Carnal Art’ bir sanatçının priori’lere ve diktalara
karşı savaşırken bağımsız olması gerektiğini savunur. Topluma
ve medyaya mal olmasının ve hatta konunun adli sisteme kadar taşınacak
olmasının da sebebi budur. Amacı “bedenin rolünü ve toplum tarafından
ortaya atılan ahlaki soruları” sorgulamaktır. En genel anlamda,
onun eleştirisi, başlangıç noktası ve belirgin ilgi alanı kadın
bedeni olsa da, tartıştığı alan aslında erkek bedenini de içerir.
“Carnal Art Barok’u, parodiyi, Grotesk’i ve geride bırakılmış
diğer stilleri sever; çünkü sanat hem insan bedeni hem de sanatın
corpus’u üzerinde oluşan sosyal baskıların tümüne karşı olmalıdır.
‘Carnal Art’ anti-formalist ve anti-konformisttir.” 6
Orlan’ın manifestosunun ardından şunu söyleyebilirim
ki; “Carnal Art” anti-otoriter bir siyasi söylem olarak da değerlendirilebilir.
Çünkü otoriteyi, tahakkümü ve iktidarın kodlarını bir tür biyo-direniş
yoluyla reddetmektedir. Sonuç olarak, Orlan’ın bedenini şekillendirişi
ve değiştirişi geleneklere ya da modaya göre değil, sadece kendi
istekleri doğrultusunda gerçekleştirilmektedir ve bu insan özgürlüğünün
ulaşabileceği en son noktalardan biridir. Hiçbir zaman bir toplumsal
özgürlük projesi olamayacak olan Carnal Art; kişisel haklara,
özdenetime, sanatçının bireysel kurtuluşu ve özgürleşmesine rehberlik
eden bir kaynaktır. Onu sosyal politikayla ilişkilendirmek ancak
bazı yönlerden, feminist teori ve hareket dolayımı ile mümkün
olabilir.
Aslında Carnal Art’la karşılaştırarak tartışabileceğimiz
bir diğer alan sosyal kuramdaki akıl eleştirisidir. Aklın totaliter
olduğu ve sosyal ilişkileri önemli derecede belirlediği bir çağda
“Carnal Art” söylemi; F. Lyotard, G. Deleuze, M. Focault and J.
Baudrillard gibi sosyal kuramın ve felsefenin eleştirel isimleri
ile de bazı ortak yönlere sahiptir. Tıpkı onlar gibi Carnal Art
da büyük anlatıların karşısında minör metinleri ve ayrıksı bir
söylemi ön plana çıkarır. Bu ilişkileri bir başka bağlamda daha
sonra tartışmayı umuyorum.
Orlan’ın “Carnal Art”, “operasyon tiyatrosu”
ya da “vücut heykeltıraşlığı” olarak adlandırdığı çalışmaları
üzerinde tartışırken, bazı ifadeleri kullanmamız kaçınılmazdır:
yüz, imge, görünüm, görüntü, ifade, şekil, çehre, yöntem, stil,
kopya, metin, resim, fotoğraf vs. Hepimiz onun performans sanatını,
vücudunu ve yüzünü yeniden yaratışını bu kelimeler yoluyla tartışıyor,
düşünüyoruz. Tüm bu kavramlar “Carnal Art”ı tartışırken en sık
kullandığımız kelimelerdir. Ve sanırım yeryüzünde anılan tüm bu
kelimelerin anlamlarını bir arada barındıran bir kelimenin varolduğunu
duymak Batılı meslektaşlarımız için şaşırtıcı olacaktır. Bu sözcük,
dilde bulunan diğer kelimelerle bir araya gelerek farklı anlamsal
ilişkiler içerisine girip değişmektedir. Sözünü ettiğim bu kelime
surettir. Bir Türkçe sözlüğe baktığınızda bu kelimenin aslında
Arapça’dan geldiğini ve görünüm, ifade, form, şekil, yüz, çehre,
yöntem, stil, bir resmin ya da metnin kopyası, nüsha, İslam felsefesinde
varoluşun açık görünümü ve bazı bağlamlarda da resim ve fotoğraf
anlamlarına geldiğini görebilirsiniz.7
Günümüz Türkçe’sinde pek fazla kullanılmayan bu kelimenin İngilizce’de
herhangi bir karşılığı bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu kelimeyi
suret olarak kullanmaya devam etmek zorundayım. Bu ilginç tekabüliyeti
ilk kez 2002 yılında, Orlan’ın sanatı hakkında bir makale yazmak
üzere hazırlanırken fark etmiştim. 8
Türkçe makalenin başlığı bu yazıdakiyle aynıydı. Fakat o zaman
suret kelimesinin Orlan’ın performanslarının özellikleriyle olan
mükemmel uyumunu tartışmaya kalkışmamış ve bu tartışmayı ilk fırsatta
gündeme getirmek üzere ertelemiştim. Bu fırsat için 2 yıl beklemem
gerekti.
Sanırım
herkes benimle Orlan’ın transformasyonlarının her şeyden önce
yüzünü içerdiği konusunda hemfikirdir. Orlan kimliklerin aralıksız
akışkanlığını göstermek için durmadan yüzünü değiştirir. Oysa
insan yüzü kişinin kimliğiyle özdeş görülür ve değişmezliği kabul
edilmiştir. Orlan’ın işinin odak noktası çehresidir ve yüzünü
sergileyişi otoriteden tamamen bağımsızdır. Yapıtı tarihsel ve
modern dünyadaki diğer metinlerle bağlantılı olan başlı başına
bir metindir (text). Estetik söyleminin temel unsurları olan görünüm
ve görüntüleri kendi yöntemi ve stiliyle belirlemektedir. Çalışması
esnasında bir yandan sanat tarihindeki eserleri kopyalarken, diğer
yandan da fotoğraf ve videolar aracılığı ile kendisini yeniden
üretir ve nüshalar halinde çoğaltır. Dolayısıyla, ben bu çoklu
anlamları tek başına karşılayabilen bir sözcük olarak suret kelimesini
öneriyorum. Dilerim Batılı meslektaşlarım da bu kelimeye hak ettiği
ilgiyi gösterir ve Doğunun bu kavramsal armağanını kabul eder.
Walter
Benjamin mekanik röprodüksiyon çağında sanat eserlerinin dönüşümü
konusunu tartışmaya açmıştı. Bugün belki de post-mekanik/organik
röprodüksiyon çağında olduğumuz söylenebilir. Sanatçı, eserini
mekanik ve dijital röprodüksiyon teknikleri yardımıyla organik
bir yöntem izleyerek yeniden üretir. Ancak bu, orijinal ve kopya
arasındaki farklılıkları ortadan kaldıran bir yeniden üretimdir.
Bu anlamda, akla J. Baudrillard’ın simülasyon kavramı gelmektedir.
J. Baudrillard’ın bir diğer önemli kavramı ise sedüksiyondur (baştan
çıkarma). Sanırım suret kavramının gücü, bu kelimenin Baudrillard’ın
söz konusu iki konseptinin temas halinde olduğu bir alanda konumlanmış
olmasından gelir. Bana göre suret, baştan çıkarıcı bir boyut kazanmış
simülasyondur, ancak mistik bir çekicilikle birleştiği için daha
da etkileyici olmaktadır. Badrillard’ın baştan çıkarma kavramını
açıklamak için atıfta bulunduğu bir masala referansla suret tilkinin
kuyruğunun ucundaki kızıllık gibidir.
İslam felsefesine göre suretin bir diğer anlamı
varoluşun açık ve algılanabilen yanıdır. Bu anlayışa göre suret
her şeydir ve öze tamamen vakıf olmamız hiçbir zaman mümkün değildir.
Bunu bir anlamda, “Matrix Felsefesi”nin Oryantal bir versiyonu
gibi görmek mümkün olsa da aslında sorun çok daha karmaşık durumdadır.
Surete dair Batı entellektüel dünyasındaki benzerlik ve farklılıkları
incelemek bu yazının amacını aşan ve daha detaylı bir araştırma
gerektiren bir konudur.
Bu çalışmayı Orlan’ın sanatının devrimci özelliğinin
sunumu ve suret kavramının “Carnal Art”ın sıradışı karakterini
açıklamadaki gücünü göstermek ile sınırladım. Sonuç olarak, sanatın
dönemin sosyal, ekonomik, siyasal ve çevresel sorunsallarından
bağımsız olduğu transandantal bir alanda ortaya çıkmasının mümkün
olmadığını söyleyebilirim. Her zaman için, sanat ve diğer sosyal
alanlar arasında, belirleyicilik ilişkisinin de ötesinde karşılıklı
bir etkileşim vardır. Bu ilişkileri ne Orlan’ın ne de başka bir
sanatçının eserlerini incelerken göz ardı edebiliriz. Sanat ancak
ve ancak tarihsel, kültürel ve sosyal bağlamlarda anlamlanır.
Ayrıca, diğer alanlar ve dünya dillerinin katkısından yoksun bir
sosyolojik yaklaşım tek başına yeterli değildir. Kavramlar sosyal
kuramın temelini oluşturur. Dolayısıyla sosyolojinin tüm diğer
dallarında olduğu gibi sanat sosyolojisinde de yeni bulguları
karşılayacak konseptlere gereksinim duyulmaktadır ki, bence, suret
bunlardan biridir.
DİPNOTLAR
*Metnin
“The Surets of Orlan” başlıklı İngilizce orijinali 3 Kasım 2004
tarihinde, Avrupa Sosyoloji Derneği (ESA) Sanat Sosyolojisi Araştırma
Ağı’nın Rotterdam’da gerçekleşen 6. Konferansında tebliğ olarak
sunulmuştur.
**
“cinsel”, “şehvetle ilgili” vb. sözlük anlamlarına rastlayabileceğiniz
“carnal” sözcüğü, burada bir akım adı olarak kullanıldığından
çevrilmesi doğru değildir (çevirmenin notu).
1 Barbara Rose, “Orlan: Is It Art/Orlan and the
Transgressive Act”, Art in America, 81:2 (February 1993) 2 Ibid. 3 Kathy Davis, Dubious Equalities and Embodied
Differences, Rowman&Littlefield, 2003 4 Rose, op. cit 5 potlatch: Pasifik’in kuzeybatısındaki kimi
yerli Amerikan topluluklarının evlilik ya da mesleki kutlama zamanlarında
gerçekleştirdikleri, ev sahibinin her bir konuğa rütbe ve statüsüne
göre çeşitli hediyeler dağıttığı törensel bir şölen. Rakip gruplar
arasındaki kutlamada değerli eşyaların sahibi olan kişi zenginlik
açısından diğerlerinden üstün olduğunu göstermek için aşırı cömertlik
gösterisi yapabilir ya da yine aynı amaçla eşyalarını parçalayıp
atabilir. Kaynak: The American Heritage Dictionary of the English
Language, Houghton Mifflin Company, 2000, Fourth Edition 6http://www.dundee.ac.uk/transcript/volume2/issue2_2/orlan/orlan.htm 7 kaynak: http://www.tdk.gov.tr Türk Dil Kurumunun
resmi web-sitesi. 8 Kubilay Akman, “Orlan’ın Suretleri”, Mecmua,
sayı:8, 2003