Yaşama özgürlükçü bir pencereden bakan ebeveynlerin sayısında son yıllarda göreli bir artış yaşanıyor. Bu ebeveynlere aklımıza takılan soruları yönelttik ve "çocukla büyüme"nin nasıl bir şey olduğunu kendi deneyimleri üzerinden anlatmalarını istedik. Sorularımızı çeşitli kentlerde yaşayan (İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır) biri çift olmak üzere üç anne ve üç baba yanıtladı. Bazıları düzenli bir işte çalışıyor, bazıları işsiz. Bazıları evli, bazıları birlikte yaşıyor. Çocukların yaşları ise sıfır ile altı arasında değişiyor. Bütün bu farklılıklar, kişisel algıları ve öncelikleri etkilediğinden, verilen yanıtların da çeşitlenmesine neden oldu.
Yasemin Mutlu: Çocuk sahibi olmak önceden düşünülmüş bir şey miydi, yoksa sürpriz mi oldu?
Emel: Evet önceden düşünülmüştü.
Gülkan: Sürpriz olmadı aslında. Önceden istenmiş ve fevkalade arzulanmış bir durumdu. "Düşünülmüş bir şey"di dememeye özen gösteriyorum çünkü yaşadığım deneyim bana bu eylemin asla önceden tasarlanmış olamayacağını öğretti. Bedenler, ruhlar arzuluyor ve en sonunda akla beyan ediyor bence.
İlke: Evlenmemizin en büyük nedeni buydu diyebilirim. Evlendikten hemen sonra da bir jinekologa gidip "Biz çocuk sahibi olmak istiyoruz, n'apabiliriz?" diye sorup adamı güldürdüm hatta. Ama hamile kaldığımı öğrenince ikimiz de bir anda müthiş panik olduk, napıcaz şimdi diye.
İnan: Kişinin içinde çocuğa yönelik bir özlem sürekli oluyor ama, gerçekleşmesi tamamen sürpriz. Hem de ne sürpriz, işsizliğin, ağır borcun ortasında yaşanan bir sürpriz.
Ossi: Belki tuhaf gelecek, ama lise yıllarından beri çocuk yapma özlemi içindeydim. Sadece 33 yaşıma kadar uygun sevgili ve koşulları bulamadım.
Sinan: Çocuk sahibi olmaya karar verdiğimizde evlenmeye karar verdik. "Resmi" işlemler bittikten kısa bir süre sonra da Nehir'in aramıza katılacağı haberini aldık.
Yasemin Mutlu: Doğumdan sonra beklediğinizden daha zor bir süreçle mi karşılaştınız? Bütün bunlara değer mi(ydi)?
Emel: Kesinlikle beklemediğim pek çok şeyle yaşamak zorunda kaldım. Hâlâ pek çok zorluğu yaşamaya devam ediyorum.
Gülkan: Hem evet hem hayır. Zordu çünkü bakımla ilgili geleneksel ebeveynlik diye önceden aşağıladığım bir sürü şeyi çocukken kimse öğretmemişti bana. Sevgilimle birlikte üstesinden geldik. En zor olan şey ise bence bebek/çocuk olunca yaşadığımız izolasyondu. Toplumsal hayat minik fertlerini fert olarak saymadığından onlarla birlikte olanlar da dar alanlara hapsoluyor; bu çok kötü bence. Anarşist cemaatte durum ise daha beter örneğin; hamile olduğum dönemde yürüttüğümüz anarşist mekânın bir odasını portatif çocuk odasına dönüştürme fikri ise projenin tabiri caizse temellerini yerinden oynattı, olamadı. Umut başka baharlara.
İlke: Kesinlikle değer. Doğumdan sonra zor bir süreç yaşamadık. Belki de şanslıyız ama Nehir öyle dertli bi kız değil. Tabi ki gazı oldu, ağladı, uyumak istemedi vs. ama yaşamın fiziksel koşullarına adapte olmaya çalıştığını ve o anların çok doğal olduğunu düşünmek insanı rahatlatıyor. Süreci en çok zorlaştıran bence sürecin zor olduğunu düşünmek. Ben de Sinan da Nehirle geçirdiğimiz her saniyenin bize bir hediye olduğunu düşünüyoruz, kesinlikle değer!
İnan: Açıkçası annesi için çok zor oldu ama benim için psikolojik sorunlar (sürekli rüyada bebeğin yüzünü görmem, işten bir an önce çıkmak istemem gibi) dışında fiziksel anlamda çok da yorucu olmadı. Bir de geçmişte kendinize verdiğiniz zararları düşünüp, ömrünüzün ne kadar kısaldığını hesaplayıp ardından çocuğunuzla beraber geçireceğiniz zamandan çalınan o süreye hayıflanmak var tabii...
Ossi: Maddi açıdan hep her şeyi ucu ucuna tutturmak zorunda olmak ve hiç rahat olamamak çok yorucu, ama diğer yandan farklı bir beklentimiz de yoktu. Bu yüzden kabullenmesi o kadar zor gelmiyor. Esas zorluk ve güzellik çocuğun beni sürekli kendimle yüzleştirmesi. Ve bütün yaşadıklarımıza kesinlikle değdi ve değiyor. Hayatta ondan daha güçlü bir çapa olamaz, onun sağladığından daha doğrudan bir gerçeklik duygusunu hiçbir şey sağlayamaz.
Sinan: Benim açımdan beklediğimden kolay bir süreç oldu. Her bebeğin yaşayabileceği sorunları yaşadı. Başka bebekleri çok bilmediğimden olabilir bana hep çok uyumlu ve kolay bir bebek olarak geliyor Nehir. Eve nasıl gelirseniz gelin -yorgun, sinirli, yıpranmış- karşınızda tüm saflığıyla size gülümseyen, kucağınıza gelmek için tüm enerjisini harcayan bir bebek gördüğünüzde yaşamın diğer kısmını unutuyor ve bambaşka bir hale bürünüyorsunuz. O nedenle yaşamımı Nehirle paylaşmaktan mutluyum.
Yasemin Mutlu: Ona dolaylı-dolaysız pek çok şey öğretmiş olmalısınız. Peki, siz ondan neler öğrendiniz?
Emel: Hata yaptığınızda geri bildirimi hemen alıyorsunuz. Çocuklar hata yapmaya fırsat vermiyorlar. Hem ona hem de yaşama karşı dürüst davranmak zorundasınız çünkü sana güvenmiyorlar. Verdiğin tüm sözleri uygulamak zorundasın çünkü saygı duymuyorlar. Ama en güzeli harcadığınız emeğin karşılığını aslında kısa vadede geri alıyorsunuz.
Gülkan: Her şeyden önce iyimser olmayı. Fark ettim ki madem ki ona hayat verdik, onu bu dünyanın her şeye rağmen yaşamaya değer bir yer olduğuna ikna etmek zorundayız. Onu ikna edeyim derken siz de ikna oluyorsunuz. Ve önce kendinizle, anne-babanızla, toplumun oldukça alakasız kesimleriyle barışıyorsunuz. Sosyal bir hayvan olduğunuzu net bir biçimde öğreniyorsunuz. Farklılıklarla bir arada olmak fikri bir dertten yakıcı bir yaşamsal sosyal mesele haline geliyor. O usta, biz çekirge. Tek gülüşüyle anarşi hemen şimdi orada oluyo!
İlke: Ben Nehir doğduktan sonra nihayet sabırlı bir insan olmaya başladım. Sabrın yanı sıra müthiş bir sevginin ne demek olduğunu öğrendim. Sinan'a ayıp etmek istemem, o benim bi tanecik aşkım ama Nehir, bambaşka... El çırpılmasından bile ödü kopan bir bebeğin ne kadar kırılgan olduğunu, altı değiştirilirken bacaklarını sere serpe açan bir bebeğin ne kadar saf olduğunu ve sürekli kucağımda 9 kilo taşıyarak dolaşmanın ne büyük bir keyif verdiğini ve daha nicelerini Nehir'den öğrendim.
İnan: Sabırlı olmayı...
Ossi: Dediğim gibi, beni sürekli kendimle yüzleştiriyor. Bu yolla öğrendiklerimi say say bitmez. Bazı şeylerin ertelenemezliği mesela. Çünkü o hızla büyüyor ve belli deneyimler için sadece çok kısa, birkaç ay süren dönemleri var. Sonra başka bir döneme geçiveriyor. Diğer yandan hataların yine de affedildiği, sevgiyle aşılmaz görünen çelişki ve pişmanlıkların nasıl da önemsizleşebileceği... Karşında o minicik bedende bir nevi yüce gönüllü, saflığı yerine göre bilgeliğe dönüşen bir varlık var. Buna yol verebilmek, merkezi tek başına işgal etmemek, birikmiş deneyimlerimizin kibri içinde sıkışıp kalmamak çok öğretici, rahatlatıcı, yol gösterici ve dengeleyici.
Sinan: Onun büyümesini izlerken insan yaşamında öğretilmişliklerin ne kadar önemli olduğunun farkına varıyorum. Daha birkaç aylıkken bile çevresindekilerin davranışının onun için bir model oluşturduğunu gördüm. Onunla geçen zamanda toplumsal yaşamın koşturmacasında zamanla kaybettiğimiz saflığı yeniden yakalama, belki biraz da olsa geri kazanma şansına sahip oldum.
Yasemin Mutlu: Onu toplumsal baskılardan uzak tutma kaygınız var mı? Öte yandan, üzerinize geleneksel anne-baba rollerinin yapıştığını düşündüğünüz oluyor mu?
Emel: Zannediyorum bizim gibi düşünen tüm anne babalarda bu kaygı vardır. Ama çözüm üretemiyoruz. Belki bir araya gelip tartışmamız gerekiyor. Hem tecrübelerimizi paylaşmak için hem de çözüm üretebilmek için. (Mesela İslamcılar bunu yapıyor) Geleneksel roller yapışıyor. Ben anne olduğum için o açıdan değerlendireceğim. Öncelikle anne rolünü baba yapıştırıyor. Özellikle bebeği annenin emzirmesiyle bu süreç başlıyor. Baba hafif bozuluyor görünse de kısa bir süre içerisinde bunun kendisi için iyi bir şey olduğunu fark edip günlük yaşamına devam ediyor. Anne de bebekle tek vücut olmuş bir halde kalakalıyor. Aileler aynı şehirde ise onlar ekleniyor. Baba dışarı çıkabilir, toplantıları veya her hangi bir işi olabilir ama anne çocuk uyuyorken dahi çıkmamalı (çocuk uyanabilir). Zaten devlet de böyle istiyor, gelenek görenekler de... Bizler kendi doğrularımızla bile toplum içinde istediğimiz gibi yaşayamıyoruz. (Askerlik, evlilik dışı ilişki, memuriyet vs.) Dolayısıyla çocuklarımızla birlikte alternatif bir yaşam kurabilmek gerçekten çok zor.
Gülkan: Evet, belli konularda var. İnanç, cinsellik, toplumsal cinsiyet vb. konularda. İşte aldığınız oyuncaktan, giysinin rengine, şiddete bakış açınıza kadar el yordamıyla bişeyler yapmaya çalışıyoruz. Bi kere şunu teslim etmek gerek ki geleneksel olanlarla bizim aramızda siyah-beyaz bi fark yok, meseleye öyle bakmayı problemli buluyorum artık. Öğreniyoruz. Evet, ben de tüm feminist geçmişime donanımıma rağmen bazen Yağmur'a başkası bakarken gizli suçluluk duygularına kapılıyorum mesela. Evet, parktaki çocuğun annesi de bizim militarist dediğimiz oyuncaklara eğilimlere karşı. Diğerinin kız çocuğu bizim oğlana tırmanmayı öğretiyor, öpüyor sıkıştırıyor filan. :)
İlke: Onu toplumsal baskılardan uzak tutma kaygımız tabi ki var ama bu zamanın ve mekanın koşullarında ne kadar becerebiliriz bilemiyorum tabi. Sonuçta Nehir toplumla evinin koşullarının farkını görecek ama tamamen de yalıtılmış, yalnızlaştırılmış bir çocuk olmaması için her şeyi belirli bir denge dâhilinde öğretmek daha anlamlı olur sanırım. Birkaç yıl sonra gününün büyük bölümünü bizimle geçirmeyecek ve içinde bulunduğu çevrenin "tamamen rezalet" ya da "tamamen farklı" olduğunu hissetmesi onun için sağlıklı olur mu diye de düşünüyorum. Geleneksel anne olmaya gelince, geleneksel anne nasıl davranır ki? Hepimizin annesi özverili, duygusal, kol-kanat geren insanlar. Ben de özverili ve duygusal bir anne oldum, bu kaçınılmaz. Geleneksel bir anne aynı zamanda çocuğunu piyasa-rekabet vs. koşullarına uygun yetiştirmek, kızına zengin koca alıcısı yerleştirmek ya da maddiyatla ve ilişkilerle ilgili saçma sapan hurafeler öğretmek isteyebilir. Eğer böyle bir geleneksel algıdan bahsediyorsak tabi ki tongaya düşmem, böyle bir rolü üzerime yapıştırmam. Bu anlamda bir korkuya kapılmıyorum.
İnan: Kimmiş benim kızıma toplumsal baskı uygulayacak... Yerim ben onları (anladınız herhalde).
Ossi: Haliyle öyle bir gerilim, bazen az, bazen çok, yaşıyoruz. Sidar bu sene anaokuluna başladı ve çok çok iyi bir yer bulmuş olmamıza rağmen en basitinden artık anaokullarında bile müfredata girmiş olan Kemalist endoktrinasyon belası ile erkenden yüzleşmek durumunda kaldık. Bunlarla bir şekilde baş edildi. Ama ilkokula gelince ne yapacağımızı kara kara düşünüyoruz. Geleneksel anne-baba rollerine gelince. Aytül'de bu zerrece yok. Bende ise harici nedenlerden çok kendi çocukluk arızalarım bu role kaymama yol açabiliyor. Hâlâ anne-babamdan miras gayet sıkı bir üst-ben ile boğuşuyorum ve Sidar'la ilişkimde aynı kalıpları istemeden yinelediğim oluyor. Ama sanırım bu yönümü yavaş yavaş geriletiyorum.
Sinan: Bu soruya hayır kaygımız yok diye bir yanıt verilebilir mi? Var ama bunun nasıl olacağı konusunda net bir fikrimiz yok. Önümüzde bu kültür içerisinde yaşanmış fazla bir deneyim yok. İstesek de istemesek de toplumsal baskıya maruz kalacaktır. Önemli olan bu toplumsal baskının onun gelişiminde fazla bir etkisi olmaması. Sanırım anarşist annelik ve babalık da bu noktada devreye girmeli ve ona içinde yer aldığımız toplumsal normların dışında başka bir yaşamın da mümkün olduğunu gösterebilmeli. Bunu başarabildiğimizde, arzuladığımız dünyayı, yaşamı ona anlatmaktan öte onunla birlikte bunu yaşamaya çalıştığımızda geleneksel annelik babalık rollerinden de sıyrılabileceğimizi düşünüyorum.
Yasemin Mutlu: Zorunlu eğitimden kaçmak pek de kolay görünmüyor. Buna alternatif bir şeyler geliştirme konusunda ne düşünüyorsunuz?
Emel: Sadece zorunlu eğitim değil tamamı ruhumu sıkıyor. Eğitim tam bir keşmekeş; hem dershanelere dünyanın parasını veriyorsun hem çocuğu makinaya çeviriyorsun. Hem paranı harcıyorsun hem çocuğun tüm zamanını. Sonuçta da elde kalan a-sosyal bir makine. Alternatif olmak zorunda ama aklımda bir şey yok. Bazen küçük bir il veya büyük bir ilçenin daha kolay olabileceğini düşünüyorum.
Gülkan: Çocuk için aynı zamanda bir sosyalleşme aracı okullar. Evet, hem cennet onlar için hem de cehennem. Evde eğitimin çocuğun özgür bir birey olmasına katkı sağlamayacağını düşünüyorum. Özgür Ana-Babaların onlardan ayrışamayan sorunlu çocukları- çok korkunç! Belki kollektif hayatlar, kollektif çabalar önemli olabilir ama toplumla bağları kesmeden. Sanki antiotoriter ebeveynler arasında sıkı bir iletişim ve dayanışma ağı olsa. İrili ufaklı birçok alternatif yaratılabilir. Belki forum tarzı bişeyden başlanabilir. Arzu edenlerle iletişime geçelim istiyorum.
İlke: Zorunlu eğitim kurumlarına göndermediğimiz bir çocuğa matematiği, fiziği, hayat bilgisini, tenefüsteki oyunları, bir ton arkadaş edinme ve onlarla gün içerisinde binlerce şey yaşama imkânını, hoşumuza gitmese de bir sınıfa "dâhil" olma hislerini ve zor bela edindikleri üç beş yakın arkadaşla "güven" ilişkisi kurma denemelerini nasıl vereceğiz? Tüm bu matematik vs. şart mı diyenler olabilir aranızda ama dikkat! Biz bunları öğrenmiş, geliştirmiş ve bize bilgi diye verilen bir çuval şeyi de çöpe atmayı göze almış insanlarız. Bu çöpe attığımız kısım için "onları ben senin için çöpe atmıştım" diyemeyiz. Ben yaşamın ve toplumun içerisine tamamen girmesinden ama bir yandan da bizi görüp, bizden müthiş bir sevgi alıp kendi kişiliğine ve tercihlerine göre bir yaşam geliştirmesinden yanayım. Bu arada tabi anarşizm gibi birtakım kavramları öğretmek bize düşecek ve bunu da nazikçe gerçekleştireceğiz tabi. :))
İnan: Zorunlu eğitimi bir yana bırakın, eğitmek kelimesine açıkça karşı olan benim gibi biri için tek yol bebeğimin öğrenmesidir. İstemezse öğrenmeyebilir de.
Ossi: Bu konuda umutsuzum. Öyle bir noktadan çok uzağız. Bu alternatiflerin bu politik ve kültürel ortamda birkaç kişinin bireysel çabasıyla doğacağına ihtimal veremiyorum. Bu ülkeyi terk edecek olsam en geçerli nedenim çocuğumu bu insanlık düşmanı sistemin eline bırakmamak olurdu.
Sinan: Keşke daha çok bebek, çocuk olsaydı ve hep birlikte onlar için özgür bir öğrenim şansı sunabilseydik ama yakın bir zamanda bu olanaklı görünmüyor. Böyle bir şans olsaydı elbette Nehir'in buraya katılmasını arzu ederdim ama yok. Bu koşullarda çocuğun sosyal gelişimi, yaşıtlarıyla zaman geçirmesi, paylaşması için okula göndermekten başka çok bir şansımız kalmıyor. Ama biliyorum ki onu okulda anlatılan bilgilerle tek başına bırakmayacağız. Yaşamın kendisinin bu "resmi" bilgilerden farklı olduğunu görmesini, ikisini birlikte görüp kendi içinde değerlendirebilmesini sağlamak durumundayız.
Yasemin Mutlu: İstemeseniz de onu yönlendirebileceğinize yada sizin tercih etmeyeceğiniz şekilde yönlenebileceğine dair endişe duyuyor musun?
Emel: Böyle bir şeyin olmayacağını düşünüyorum. Aksi korkunç olur.
Gülkan: Belki de üzerine doğru gelecek manipulasyonların üstesinden gelebilmesi için sıkı bir mizah duygusu ve her aşamada desteklenmiş bir bireyleşme serüveni onun kendisi olabilmesi için en gerekli şey. Elimizde olan tek şey buymuş gibi geliyor bana. Henüz iki yaşında olmasına rağmen çok net gözlemledik ki istemediği hiçbir şey yapmıyor çocuk. Otorite ile ezilmediğinden olsa gerek ayrışma - bireyleşme evrelerinde sanki bizim çocuklarımızın şansı daha çok gibi. Anarşist mi olurlar diye düşünmeksizin, sıkı bireyler yetişiyor aramızda diye umut doluyorum. :)
İlke: İstemesek de yönlendirebileceğimize dair bir kaygım var ve sanırım bizim camiadan bir çok ebeveyn de bunu yapacak. Biz bir şeylere isyan duyarak birbirimizi tanıdık, bu isyanı ona nasıl öğretebilirim ki? En sağlıklısı bizi görüp kendi istediğini yapmasıdır herhalde. Kendi yaşamı, tercih etmeyeceğimiz bir yöne evrilirse diye bir korkum yok. Müthiş bir sevgiyle büyütülen bir çocuk büyüyünce fazla hırslı, paragöz, kötü-kalpli vs. olmaz diye düşünüyorum. Böyle bir insan olmadıktan sonra nerde olduğu dert değil.
İnan: Daha şimdiden benim gibi davrandığını görünce insan üzülmüyor değil.
Ossi: Her şey ideolojik. Tarafsızlık diye bir şey yok. Tarafsız olma kaygısı ile hareket edecek olsak, onu sadece egemen ideolojinin daha fazla belirlemesine izin vermiş oluruz. Bu konuda çok fazla kaygılanmıyorum, çünkü Sidar'a pek hazır hap vermiyoruz. Gündeme gelen hemen her konuda açık uçlu ve onu düşünmeye sevk edecek biçimde sohbet ediyoruz. Elbette bazı temel kabuller var. Sonuçta hem onun dengeli ve huzurlu bir psikoloji içinde büyümesi, hem de toplum içinde rahat edebilmesi için belki de hümanizm diye özetleyebileceğimiz bazı temel değer ve davranış kalıplarını aktarıyoruz. Ama pamukta fasulye büyütmediğimize ya da nihilist bir depresif büyütmeyi amaçlamadığımıza göre ufkumuza uygun ve bize makul gelen bir çerçeve çizmek zorundayız. Önemli olan hiçbir şeyi değişmez dogmalar olarak mermere kazımamak ve onu kendi yolunu çizecek bir insan olarak kabul etmek. Bu işin nereye varacağını hep beraber göreceğiz. Önceden çok kaygılanırdım, ama şimdi Sidar'ın belirginleşen kişiliğini gözlemledikçe bu konuyu kafaya takmaz oldum.
Sinan: Yönlendirmeden, kişiyi isteği dışında kendi isteklerimiz doğrultusunda ilerlemesini sağlamak olarak düşünüyorsak, ben yönlendireceğimiz düşüncesine katılmıyorum. Elbette bizden etkilenecektir, bunun önüne geçemeyiz. Ben bu etkinin bize göre olumlu olacağını düşünüyorum. Özgürlüğünün farkına varan bir insanın ondan asla vazgeçmeyeceğini düşünüyorum. Bu çocuklarımız için de geçerli olacaktır. Özgür bir ortamda büyüyen çocuklarımız bu özgürlüğü belki bizden daha iyi savunacaklardır.
Derleyenler: Yasemin Mutlu
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
İzinsiz Gösteri'de yayımlanan yazılar ve görselller izin alınmadan ya da kaynak gösterilmeden kullanılamaz