1950'lerde İngiltere'de ortaya çıkan ve asıl gelişim alanını Amerika'da bulan Pop-Art Batı sanat tarihinde Andy Warhol, Jasper Johns, Roy Lichtenstein, David Hockney, Claes Oldenburg ve R. B. Kitaj gibi isimlerle yer aldı. Pop-Art'ı, en azından bir terim olarak doğduğu coğrafyada değil de Atlantik'in öte yakasında geliştiren dinamikler nelerdi? Pop-Art neden İngiltere'de değil ABD'de gelişim imkânı buldu? Ve bizim sorumuza gelecek olursak, Türkiye'de neden Pop-Art akımı gelişemedi?
Pop-Art'ı karakterize eden unsurlar, ileri-kapitalist toplumların tipik tüketim nesnelerinin, kültürel figürlerinin ve ürünlerinin plastik sanatlar alanına taşınmasıdır. Campbell's Konserveleri, hamburger ve Coca Cola popstarlarla birlikte bu akım içinde yerini aldı. Pop-Art'ın tüketim toplumu ve kültürüyle kurduğu birebir ilişkiler farklı eleştirilere neden oldu: Burada, Amerikan tarzı yaşama, kültüre ve onun açmazlarına karşı ironik bir eleştiri olduğunu düşünenler kadar; popüler olanla kurulan bu ilişkinin aslında tam da bu mecraya ait olmaktan kaynaklandığını iddia edenler de oldu. Pop-Art kapitalist yaşam tarzına karşı bir itiraz mıydı, yoksa onun sanatsal düzeyde kabulü ve meşrulaştırımı mıydı, bu ayrı bir tartışmanın konusudur. Kesin olan bir şey var ki, Jean Baudrillard'ın "simülasyon" ve "hiper-gerçeklik" kavramlarıyla beraber ele aldığı Amerikan toplumu, kendine özgü aşırılıkları ve sıradanlıkları, piyasa ve tüketim ilişkilerine üst düzeyde entegre olması ve sanatsal bağlamıyla akımın bulabileceği en uygun gelişim ortamıydı. Soyut Ekspresyonizme karşı tepkiyle de buluşarak, hızlı bir ilerleme gösterdi.
Pop-Art akımının merkezi belki ABD oldu, ama hareket dünyanın birçok yerinde, tüketim kültürünün ve nesnelerinin gelişimine paralel olarak yayıldı ve özgün örnekler sundu. Bu bağlamda mesela Japon sanatçı Takashi Murakami'yi anabiliriz. Onun Kaikai Kiki LLC'I aslında Warhol'un Fabrika'sının bir benzerinin Japon sosyal, ekonomik ve kültürel ortamında yeniden-üretimi gibidir. Murakami'nin idolü Bill Gates'tir ve onun Düşüncenin Hızı (Speed of Thought, 1999) kitabını okuduktan sonra, buradaki fikirlerden oldukça esinlenmiştir. Sadece Uzakdoğu'da değil, Latin Amerika'dan Avrupa'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada, Amerika düzeyinde olmasa da Pop-Art'ın yansımalarını bulmak mümkündür. Ne var ki, Türkiye bu açıdan bakıldığında bakir kalmıştır.
Türkiye'de Pop-Art'ın gelişmesinin birçok nedeni olabilir. Bu mevzu henüz tartışılmamış, üzerinde durulmamıştır. Aslında toplumumuz uzunca bir süredir Batı-merkezli fikirlerin etkisi altındadır. Geçtiğimiz yüzyılın (20.yy) ortalarından bu etki, dünyanın genelinde olduğu gibi, Amerikanvari bir görünüm kazanmıştır. Hollywood'undan hamburgerine, Amerikan arabalarına, müzik endüstrisine kadar adım adım Amerika'yı izliyoruz. İngilizce her gün daha fazla yaşamımıza giriyor, her gün eklenen yeni unsurlarla tüketim kültürünün "nimetleri"nden biraz daha fazla faydalanıyoruz. Her şeyi aldık, ama Pop-Art gelemedi, neden? Türkiye, belki de bu akım için Avrupa'dan daha uygun bir zemin teşkil ediyor. Avrupa köklü geleneklerini kolay kolay bırakamazken, biz ülkemizin bir veçhesiyle hızla küreselleşme sürecine dahil olduk. Buna rağmen Pop-Art eğilimi plastik sanatlar dünyamızda yer bulamadı. İki temel neden olduğunu düşünüyorum: Birincisi, akademilerimiz kurumsallaşmış olan, geleneksel kalıpların dışına çıkabilme iradesini pek gösteremiyor. Akademi-dışında güçlü, özerk bir sanat ortamı ve piyasası olmadığı için maalesef 1970'lerde o treni kaçırdık. Figüratif resmin hegemonyası karşısında tepkiler soyut eğilimlerle kristalize olduğu için, "figüratif-soyut" ikilemi dışındaki ifade alanları büyük oranda atlandı. Tabii o yıllarda sanat dünyamızda ağırlığını hissettiren "toplumcu gerçekçilik" bir diğer faktör olarak Pop-Art'ın olası algılanma sürecini engelledi. İkincisi, genellikle Batı'yı geriden takip etme şeklinde yaşadığımız etkilenme sürecimiz, bazen "eşitsiz gelişim"in sunduğu olanakların etkisiyle yerini bazı aşamaların atlanması olgusuna bırakabilmektedir. Dün ülkemizde Pop-Art yoktu, ama bugün Türk sanat çevresi enstalasyon, video, performans sanatçılarına sahip. Bazı basamaklarını "ignore" ettiğimiz Batı sanat dünyasının başka bazı basamaklarına Avrupalı ve Amerikalı sanatçılarla beraber basıyoruz, hatta ayak seslerimiz birbirine karışıyor.
Her ne kadar Pop-Art bir sanat olgusu düzeyinde Türkiye'de gelişmemiş de olsa, bu akımla ilişkilendirilebilecek tekil ve başarılı örnekler olduğunu görüyoruz. Bugünün ressamları arasında, Altan Çelemi bu açıdan anabiliriz. Sanatçı, yapıtıyla bir Pop-Art'çı kabul edilemez, ama arabalar ve fast-food ürünlerle kurduğu kompozisyonları, tematik düzeyde Pop-Art'ı çağrıştırmaktadır. Türk natürmort anlayışına fast-food ürünlerini, kendi özgün üslubuyla kazandıran Çelem oldu.
Sanatsal bir olgu olarak sahneden çekilmişken, Pop-Art'ın Türkiye'de gelişmesini beklemek hata olur. Burada amaç, sadece neden bu akımın ülkemizde zamanında gelişmediğine dair bir tartışmanın çerçevesini çizecek soruları sormak ve başlangıç cevaplarını vermektir. Tarihin çarkları gibi, sanat tarihinin işleyişi de geri çevrilemez. Fakat en azından, Batı sanat dünyasıyla kurduğumuz -ya da bazen kuramadığımız- ilişkiye dair algımız berraklaşırsa bugün ve gelecekte atılacak olan adımlar daha sağlıklı olacaktır.
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
İzinsiz Gösteri'de yayımlanan yazılar ve görselller izin alınmadan ya da kaynak gösterilmeden kullanılamaz