En son çıktığım uzun yolculukta, bir süredir üzerinde kafa yorduğum ve okumalarla deştiğim bir konu olan gezi yazısı ya da gezi edebiyatı hakkında düşündüm . Özellikle “neden yollardayım ve neden yazıyorum” sorularıyla kendimi yazmaya kışkırttım sıklıkla.
Yolculuğum pek de planlı programlı değildi. Yaşantım ve yolculuklarım hep planlarım dışında geliştiği için kendimi yollara bırakmaktan başka çarem yoktu. Aslolan varılacak yer değil de yolda olma haliydi. Yolculuğun başında içimdeki pusula durmadan dönüyordu. Rotamı belirleyen temel unsur ise yukarıda yer alan sorulardı.
Pek de alışık olmadığımız uzak coğrafyaları kapsıyordu yolculuğuma başladığım ilk yer. Farklı tatlar, kokular, sesler; en önemlisi de yalnızIığım, Türkçe’den uzaklığım beni yazmaya itiyordu. Bir yandan da önceliğimin gezginlik olduğunu, yazmanın ikinci planda kaldığını kendime söylüyor; her şeyden önce hayata, olaylara, insanlara saf bir zihin haliyle bakmaya çalışıyordum.
Bununla birlikte, bana bir arkadaşımın verdiği fotoğraf makinası da zaman zaman aklıma geliyor. Çantamdan çıkarıp kıyı köşe saklanarak ve utanarak fotoğraflar çekiyordum. Bu çekinikliğim yerli halkın beni tipik turist olarak algılayabileceğindendi. Ayrıca kimseyi de rahatsız etmek istemiyordum.
Vardığım kentlere, kasabalara, köylere anında uyum sağlıyor; kimi zaman giyimimle, rahatlığımla, yürüyüşümle, oturuşumla bir yabancıdan çok oralı ya da yıllardır orada yaşayan biriymiş gibi kendimi duyumsuyor, gerek yerli gerekse yabancılar tarafından da öyle algılanıyordum.
Yaşamı algılama ve özümseme uğraşısı içinde kimi zaman günlerce yazmadığım oluyordu. Zaman zaman internet cafelere giderek çektiğim resimleri bir kaç notla dostlarıma gönderiyor, onları yollara düşmeleri için bazen tahrik ediyor bazen de doğaçlama o an içimden gelenleri yazıyordum.
Dilden uzakta olmak beni hep yazmaya eğmiştir. Nitekim uzun yıllar yazmadıktan sonra yeniden yazmaya da altı yıl önce bir kuzey ülkesinde yaşarken başlamıştım, yine dilden uzakken . Yolculuğum sırasında şunu farkettim: yollardaki izlenimlerimi, duygulanımlarımı ister kendim için isterse başkalarıyla paylaşmak için yazmalıydım. Fakat yazma dürtüsüyle yazdığım metinlerle kendisini yazdıran metinler arasında ciddi bir ayrım vardı.
“...Oysa yaşanılan öylesine yoğun, öylesine anlatıya teslim edilemeyecek denli gerçek ve karmaşıktı ki bunu hep erteledim. Görüntüler, sözler, anlar kafamda dolanıp duruyordu. Bir de gezi yazarlarından beklenilen bazı ansiklopedik bilgiler, bazı rakamlar ve ülkelere ilişkin gelşmişlik raporları benim için fazla analitik ve gerçekçi. Doğrusunu isterseniz beni yolculukların birlikte yürüyen iç yolculuk kısmı mekanlarla ilgili detaylardan çok oraların duygusu, ve gizemi çoğu zaman daha çok ilgilendirmiştir.” Neşe Yaşın’ın Nuh’un Treniyle Devr-i Avrupa (1) başlıklı yazısının son cümlesi tam da benim durumuma denk geliyordu. Önünde ya da sonunda, yazacaksan nerede olduğunun hiçbir anlamı kalmıyordu. Kafanda dolanıp duranlar sözcüklere, tümcelere bürünecek kağıda geçecekti. Yollarda olduğun için de esinlenmeye açık halinle daha farklı metinler oluşturma olanağı söz konusu olabilirdi.
Enis Batur Yabanıl Kıyı, Perili Ev (2) adlı denemesinde “Yola düşmenin, hareket etmenin dolaylı katkıları olmuyor mudur yazıya, resme? Oluyordur şüphesiz, imgelemi açan, besleyen, etkileyen boyutları var yer değiştirmenin, ama birebir yansıması, ancak ‘yol metinleri’nde görülebilir bunun, yoksa Yabanıl Kıyı şiir gibi yer de, şiir doğuracak diye birşey yoktur, olsa olsa gezmen-şairler kalkışır dalgalara bakıp şiir yazmaya, gezmen-ressam tuvalini gerer ‘manzara’nın karşısına.” Diyerek benim gezgin, yazar, gezgin-yazar, yazar-gezgin tanımlamalarımın ötesine geçerek gezmen-şair, gezmen-ressam tanımlamaları için ipuçları veriyor. Fakat bunlarla birlikte asıl sanatçının etkilenimlerinin onun ürünlerinden anlaşılacağını söylüyor. Burada ‘yol metinleri’ benim gezi edebiyatı ile gezi yazısını birbirinden ayırmamda etkin bir nokta.
Öyleyse artık geldiğimiz yer bu ayrımları netleştirmek olmalıdır. Öncelikle gezginin (Enis Batur gezmen demeyi seçiyor) işi gezmektir. Yazarın ise yazmak. Bir birey kimi zaman bir kimliğe kimi zamansa diğerine bürünebilir. Ne yardan ne de serden geçilemeyecek bir boylamda ise ortaya yazı çıkar. Oluşan bir metnin bir gezginin mi yoksa bir yazarın mı kaleminden çıktığı bir çırpıda anlaşılır. Gezginin yazara göre daha saf bir zihin halinde olduğunu az önce vurgulamıştık. Bunun doğal bir sonucu olarak da gezginlerde metnin dili daha anlaşılır, konusu ise daha günceldir. Kısacası gezgin işin içine iç yolculuğunu fazla katmadan izlenimlerini aktarmıştır. Yazar ise çoğu zaman iç dünyasını da işin içine katar, eğretilemeler kullanır, sözcükler üretir, dille oynar; gidilen coğrafyanın sanatçılarını, o sanatçıların ürünlerini yazısına konu eder. Hatta kimi zaman bir yazarın izi sürülür, o yazarın yapıtları yeniden okunarak o kentin müzeleri, cafeleri, parkları yazarın şimdi koruma altındaki evi gezilir. Kısacası yazar için sınırsız bir alan vardır, gezgininkinden farklı olarak. Örneğin Yazar Nedim Gürsel bir söyleşisinde (3) şöyle diyor: “ Ben yazmak amacıyla çıkmadığım yolculuklarda da hep yazdım. Yalnızken de, değilken de, çıktığım her yolculuk bende yazma isteği uyandırmıştır.”
Gezgin(lik) üzerine daha fazla söz söylemek durumundayız. Yazarın ya da turistin bir yeri yurdu vardır, yolculuğu da bir daha ki yolculuğuna kadar sona ererek yerleşikliğe geçer. Gidilen yerlerde yabancıdır o. Gezginin ise yurdu yoktur döneceği. Dönse bile bir daha çıkılacak yolculuğa kadar bile o yolda olma halini gündüzdüşleri, gecedüşleri, harita üzerinde elde kağıt kalem gezmeleri, okumaları, izlemeleri, internet sörfleriyle sürdürür. Dolayısıyla gezginler tüm dünyayı yurt belleyerek tüm insanları da önyargısızca kardeş bilirler. Korkusuzdur onlar, kötülüklerin kaynağının korku olduğunu yollarda öğrenirler. Bütün bu hayatı yorumlayış farklılığıyla, çok sık yazmasalar da gezginlerin seyahatnameleri çok özeldir.
Buradan daha somut söylemek gerekirse Enis Batur, Nedim Gürsel, Buket Uzuner’in ‘yol metinleri’ gezi edebiyatıdır, çünkü onlar öncelikle yazardır. Gezginliğiyle ünlü Nadir Paksoy ve Özcan Yurdalan’ın ‘yol metinleri’ ise gezi yazısıdır. Atlas, Gezi, Git, National Geographic gibi gezi kültürü dergilerinde yer alan yazılar da birer gezi yazısıdır. Ancak üzülerek söylemeliyim ki bu gibi dergilerde yazılar resimlerin kalitesi ve çokluğu arasında kaybolup gitmekteler. Sanki yazılar fotoğraflarla değil fotoğraflar yazılarla desteklenmekte.
Bunların dışında ülkemizde ilk ve tek Türkçe rehber kitabı Hazırlayan Zafer Bozkaya’nın İran, Pakistan ve Hindistan’ı kapsayan ‘Hindistan Gezi Rehberi’nin adı da böylesi bir yazıda anılabilir, rehber kitap hazırlayan gezginin yazı alanı oldukça dardır ancak onlar hem gezginler hem de o diyarları gezmeye gidecekler için kutsanılası bir iş yapmaktadırlar.
Gazeteciler de işleri gereği sıklıkla yolculuk edip ‘yol metinleri’ ortaya çıkarmaktadırlar fakat onların yaptıkları bizim sınıflandırmalarımızın dışındadır. Başka bir deyişle söylersek onların metinleri çoklukla ne gezi edebiyatı ne de gezi yazısıdır.
Her yolculuk insanı normalden daha yüksek bir ivmeyle dönüştürür. Bu yolculuk da beni dönüştürdü. Hangi yönde ya da nasıl? Dile getirilmesi bir anda olanaksız işte bütün bunların; ama yolculuk notlarıma her dönüp baktığımda bu tinsel akışı daha fazla ayrımsıyorum. Belki de yazarın ya da gezginin yol metinlerine bu gözle bakmalıyız. O yolculuğun yazanı şekillendirmesinin ifadesidir ortaya çıkan birbiri ardı sıralı sözcükler.
Yollar, başka diyarlar, uzak denizler gezginleri ve yazarları bekliyor. Böylece ‘yol metinleri’ önümüze çözümlenmeyi bekleyen bir labirent gibi seriliyor. Esas yolculuk kendi labirentimizde değil mi?
Yolculuğumun sonunda ise içimdeki pusula tekrar yolları gösteriyordu.
Dipnotlar
*Uzun zamandır kafamda olan bu düğüm Kamboçya’da Mekong nehri boyunca yaptığım tekne yolculuğunda çözüldü.
(1) Trenle Avrupa yolculuğundan sonra kaleme alınmış bir metin.
(2) Gösteri, Temmuz-Ağustos 2005, sayı 272, sayfa 36.
(3) Gösteri, Temmuz-Ağustos 2005, sayı 272, sayfa 54
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
İzinsiz Gösteri'de yayımlanan yazılar ve görselller izin alınmadan ya da kaynak gösterilmeden kullanılamaz