“Oturma odalarından olduğu kadar iç eteklerinden de
kurtulan pantolonlu “savaş kızları”, kömürleri küreklerken atları nallarken, yangınları söndürürken, otobüsleri sürerken, ağaçları keserken, mermi yaparken, mezar kazarken sevinçle parıldıyorlar.” Sandra Gilbert
"İnsanların dikkatini çekecek ve dünyayı ayağa kaldıracak bir suç işlemek istiyordum."
Susan Atkins-Seri Katil
Kadının toplumsal rolleri çeşitlendikçe şiddetle olan ilişkisi değişiyor mu?
Şiddet, kanunlara uymamak, kişiye zarar vermek, hakaret etmek, onurunu kırmak, huzura son vermek; birinin hakkını çiğnemek, hırpalamak, incitmek, canını acıtmak için zor kullanmak; yıkıcı davranışlarda bulunmak, aşırı derecede öfke göstermek şeklinde tanımlanıyor.
Şiddet bir canlıya iradesi dışında uygulanan bir davranış biçimi. Manevi baskı uygulamaktan, fiziksel baskı uygulamaya, hırpalamaya, zor kullanmaya, işkence yapmaya, hatta öldürmeye kadar varan biçimleri mevcut. Bu davranış kişisel iktidarın kullanımından, kurumsal iktidarın kullanımına kadar, geniş bir yelpazede kendini gösterebiliyor. Mutlak olan, tahakküm ve otorite kurmakla olan doğrudan ilişkisi. Dolayısıyla, toplumsal yaşamda, tüm hiyerarşik ilişkilerin içinde saklı olabiliyor.
Biraz da kitle iletişim araçları sayesinde, şiddetin her türlüsüne sürekli tanıklık ediyoruz. Televizyon’da, gazetelerde her gün şiddet haberleri okuyor ve izliyoruz. İş yerlerinde, okullarda, hatta aile ilişkilerimizde şiddet sürekli var; bu da yetmiyormuş gibi, izlediğimiz dizilerde ve filmlerde şiddet sürekli ve yeniden üretilip bize bir seyirlik olarak sunuluyor. Geçmişin, seyirlik şiddet gösterileri olan, Urartuların savaş esirlerine yaptıkları şiddet gösterileri, Roma sirkleri, Bizansın hipodrom gösterileri ve halka açık idam cezaları günümüzde bizzat şiddeti anlatan sinema filmlerine hatta canlı yayında verilen gerçek savaş görüntülerine dönüşmüş durumda. Şiddetin şairi olarak anılan yönetmenler var ve bizler bu filmleri kendimizi, bedenimizi kanırta kanırta izliyoruz... İçe batan bir rahatsızlık ve hazla...
Tanıklık ettiğimiz bu şiddetin geneline baktığımızda, erkeklerin baskın bir şekilde bizzat şiddeti uygulayan kişiler olduğunu görüyoruz; töre cinayetleri, aile içi şiddet, ensest, tecavüz gibi doğrudan kadına dönük olan şiddetin varlığının yanı sıra, dünyada hala savaş ve politika erkeklerin alanı durumunda.
Erkek şiddeti konusu, her zaman feminizmin politik mücadele konusu haline getirdiği konulardan birisi olmuş ve bunu açıklamak için çeşitli teorilere başvurulmuştur. Cinsiyetçiliğin ve erkek şiddetinin temelinde cinsel rollerin öğrenilmesinin olduğunu düşünen davranışçı teoriler, erkek şiddetinin erkeklerin anatomik yapılarından, penislerinden kaynaklanan bir güdü olduğunu inanan doğalcı akımlar ve erkeğin çocukluk evresinde öidipal evrede yaşadığı şiddetin yoğunluğa dayandırılarak yapılan psikanalitik görüş bu teorilerin en önemlileridir.
Ancak, kadınlar da şiddeti kullanıyor. Biz artık bunun iletişim araçları sayesinde daha fazla farkındayız. Diğer yanda kadınların şiddeti kullanma oranı da artıyor; doğrudan kendi çocuklarına yönelik, eşlerine, sevgililere dönük şiddet uygulamalarının yanı sıra, savaşlarda da daha etkin roller oynuyorlar yada ülkelerinin önde gelen politik konumlarında dünya kaderine yön verecek kararlar veriyorlar; kadın seri katillerin sayısı artıyor...
Kadınların var olan patriyarkal sosyal yapı içinde sürekli artan sosyal rollerinin pek çok “olumlu” kazanımı olmakla birlikte kendi içinde çelişen bir biçimde de bu kazanımların alıp götürdükleri çok fazladır. Şiddetin, tahakküm kurmak ve iktidar ile olan doğrudan ilişkisi dikkate alındığında, iktidarı bir biçimde kullanma şansı olan kadının, mevcut yapılar içinde, şiddeti kullanma olasılığı da artacaktır. Üstelik belki de daha yıkıcı ve sistematik bir biçimde...
Bu yazının anlamaya çalıştığı şey, diğer bir değişle “derdi” ise, şiddetin günümüzde genel olarak “erkeklere mahsus” bir şey olma özelliğini ne kadar sürdürdüğüdür?
(Amerikan Askerleri- 1940'lar)
Kadınların Toplumsal Hayatta Gittikçe Artan, Çeşitlenen Rolleri: Savaşın İçinde Kadınlar ve Kadın Seri Katiller
Kadınlar artık günümüzde toplumsal hayatın içinde gittikçe artan bir biçimde yer alıyorlar. Kadınlardan beklenenler, kadınların kendilerinden bekledikleri de sürekli artıyor. Toplumsal hiyerarşinin içinde bulundukları yerlerin değişmesi gibi, buralardaki duruşları ve algılayışları da değişiyor ve hala baskın olan patriyarkal anlayışla biçimlenebiliyor.
Yazının bu sayıda yer alan birinci bölümünde, kadınların şiddetle ilişkisi savaş düzleminde anlatılmaya çalışılacaktır. İkinci bölümde ise, kadın seri katiller incelenecektir. Elbette, kadının bir şiddet biçimi olarak savaşla ilişkisinde veya bir seri katil olmasının ötesinde, şiddetin çeşitli biçimlerine maruz kalmasının yanı sıra, şiddeti artık çok çeşitli biçimlerde uygulayan bir rolü vardır.
Aile içi şiddet olarak da tanımlanan şiddetin bir kısmı, doğrudan annelerin çocuklarına yönelttikleri şiddet olabilmektedir. Bunun biçimi kimi zaman tüm çocukların bir şekilde öldürülmesine, çocuğun dövülmesine veya daha “masum” bir şekilde çocuğa duygusal şiddet uygulanmasına kadar çeşitlenmiştir. Politik arenada gittikçe artan bir şekilde rol alan kadınlar, kimi durumlarda kendilerinden beklenene uygun bir şekilde, daha “erkeksi” bir tarzla politika yapmaktadırlar. Üzerlerindeki, etek ceketten oluşan, genel olarak koyu renk kıyafetler de, mevcut eril sembolleri desteklemektedir.
(İsrail askerleri_2000'li yıllar)
Kadın ve Savaş
Lynne Segal’in Gelecek Kadın mı? adlı kitabında ilk kadın hareketinin savaş nedeniyle parçalandığı yazılıyor. Sylvia Pankhurst kadınları barış içinde örgütlerken, Sylvia’nın sosyalist uğraşlarına destek vermeyen Christabel ve Emmeline Pankhurst İngiltere’nin her yerine giderek askere adam topluyorlar. 1915’de İngiliz kadınları Sosyal ve Politik Birliği ( W.S.P.U), Christabel Pankhurst’ün etkileyici ama otoriter yönetimi altındaki kadın hakları savunucularının militan kanadı, The Suffragatte adlı gazetelerinin adını değiştirerek The Britainnia yapıyorlar.
Birinci Dünya Savaşı’nda, W.S.U.P.’deki pek çok kadın lider savaşa destek vermekle oldukça büyük kazanımlar sağlandığını düşünüyordu. Verilen bu destekle oy haklarının ötesinde kazanımları olmuştu. O günlerde, Virginiz Woolf, Vera Brittain ve birçok başka feministle barışsever, pek çok kadının savaştan hoşlandığını ifade ediyordu. Bu savaş kadınların, erkeklerin dünyasına ve hayatına girmesine sağlamıştı. Başlangıçta ne İngiliz Hükümeti kadınları savaş için kullanmakta istekliydi, ne de kadınlar bu işe çok gönüllüydü. Ancak 1916’dan itibaren şartların zorlamasıyla, kadınlar barış zamanında dışında bırakıldıkları pek çok iş alanında faaliyette bulunmaya başladılar. Erkeklerin çok altında ücretler aldıkları halde, para ve prestij kazanmışlardı.
Belçika’da İngiliz Kızılhaçı’nın hizmetinde Sahra Ambulans Birliği’nde görevli romancı Mary Sinclair, daha sonraları ön safhalardaki yaşamını dile getirirken, “Eğer buraya gelmemiş olsaydım ne büyük aptallık etmiş olurdum. Dünyanın imdadına yetişme fırsatını asla elimden kaçıramazdım” demiştir.
Ayrıca, kadınlar, bu süreçte hem konuşarak hem de yaptıklarıyla erkeklerini askere yazılmaya özendirdiler- ve ikinci dünya savaşında yeniden yapacakları gibi- ve silah altına çağrılmaya karşı koyanları utandırmak için onlara beyaz tüyler taktılar.
İkinci Dünya Savaşı’nda, kadınlar yine evde, cephede, cephane fabrikalarında çalışmaya başladılar, ancak kesin olarak dışında tutuldukları tek askeri görev doğrudan insan öldürmekti. Ancak bu durum daha çok simgesel bir durum olup, “Act Ack” taburlarındaki kadın askerlere projektörleri ve topları düşman askerleri üzerine doğrultmak görevi verilmişti, böylelikle kadınlar doğrudan ateş altında bırakılmıştı, ama nişan aldıkları silahın tetiğini çekmeleri yasaktı.
80’li yıllarda, artık kadınlar, Amerika Silahlı kuvvetlerinin yaklaşık yüzde onunu, İngiliz silahlı kuvvetlerinin ise yaklaşık yüzde beşini oluşturuyordu. Modern ordular için gerekli eğitim düzeyinde insan gücünün sağlanmasındaki güçlükler ve sanayileşmiş ülkelerin düşen doğum oranları nedeniyle bu oran günümüzde daha da artmış olmalı.
Segal’in belirttiği gibi, “askeri stratejistler gözünde bu durumun yaratacağı tehlikenin nedeni, devletin kurulu askeri gücünde kadınların yer almasıyla erkeklerin morali ve harekete geçmeleri için gereken askeri yaşamın “erkeklik” imgesinin tehlikeye girmesidir”. General Barrow’un ordudaki kadınlar sorunuyla ilgili olarak “Bu durum erkek egosunu ayaklar altına alır. İşin derinine inildiğinde savaşın erkeksiliği korunmalıdır” ifadesi de bu yaklaşımın bir kanıtı niteliğindedir.
Sonuç olarak
Her iki büyük savaşda da kadınlar her zaman görev yapmış, hemşire olarak ve cephedeki başka işlerde çalışmış yada eş olarak veya fahişe olarak erkek savaşçılara “destek” olmuşlardır. Diğer yandan , askerlikle ilgisi olmayan pek çok sivil, savaş kurumlarının önemli parçasıdırlar. Ve asker kurumların hem içinde hem dışında , modern savaş giderek artan bir ölçüde kadınların emeğine dayanmaktadır
Ayrıca günümüzde savaşın erkeksiliğini korumak da pek de kolay görünmemektedir. Dünyanın her bir yanındaki Amerikan üslerinde, nükleer silah başlıklarının kontrol panellerini kadınlar kullanmaktadır. Ön safhalardaki muharebe askerlerinin erkeklerden oluşacağı düşünülse bile “geri”deki kadınlar daha ölümcül işlerde çalışmaktadırlar. Ayrıca, ABD’nin en son Irak İşgali’nde Ebu Garib hapishanesinde, Amerika’lı kadın askerin erkek meslektaşları ile birlikte ve “hiç de onlardan aşağı kalmayarak”, Iraklı esirlere yapılan işkencede rol alması, bu işin diğer bir boyutudur.
Son olarak, modern silahların mikroelektronik üretim bandındaki yapımı da geleneksel bir kadın işi durumundadır. Yalnızca İngiltere ve Amerika’da değil , Hong Kong, Singapur, Güney Kore, Filipinler ve Üçüncü Dünya’nın başka yerlerinde çok daha fazla kadın işçi, elektronik savunmaya yönelik çokuluslu dev sanayilerin bel kemiği durumuna gelmektedir. Dolayısıyla, askeri kurumların hem içinde hem de, modern savaş giderek artan bir ölçüde kadınların emeğine dayanmaktadır.
Not: Bu yazının ikinci bölümü kadın seri katilleri anlatacaktır.
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
İzinsiz Gösteri'de yayımlanan yazılar ve görselller izin alınmadan ya da kaynak gösterilmeden kullanılamaz