KORSAN DEYİP GEÇME: Kimi kadın kimi erkek, kimi yasal kimi değil
Haluk Kalafat


Korsanlar dünyanın tüm denizlerini haraca kesseler de altın çağlarını Karayip denizinde yaşadılar. Bazıları devletten izinliydi, bazıları bağımsız ama hemen hepsi takdir edildiler, en azından uzun bir süre... Günümüzde popüler kültürün sevilen imgesi haline gelen korsanların sönmekte olan yıldızları, Hollywood'un son fırça darbesi Karayip Korsanları filmiyle yeniden parladı. Ayrıca bir kaç ay önce Somalili korsanların Türk kargo gemisini kaçırıp mürettebatını rehin alması korsanlığı yeniden gündemimize taşıdı.

Korsanlığın tarihi neredeyse denizcilik tarihi kadar eski. İnsanoğlu deniz taşımacılığına başladığı tarihlerde korsanlığa da başlamış diyebiliriz. Sonuçta kara taşımacılığının yani kervanların başına gelenlerin kısa sürede vaka-i adiyeden sayılması gibi ticaret gemilerinin de soyulması kaçınılmazdı.

Hemen tahmin edilebileceği gibi ilk korsanlar Fenikeliler'di. Milattan önce 2000'li yıllarda Akdeniz'de ticareti ellerinde tutan Fenikeliler kanuni yollardan ticaret yapıyorlardı. Ancak karşılaştıkları diğer ticaret gemilerine saldırıp yüklerine el koymaktan da geri durmuyorlardı. Hatta palazlandıkları dönemlerde kıyı kasabalarına da saldırıyorlardı. Korsanlık tarihine bakıldığında hikâyenin böyle geliştiği görülüyor.

Korsanlığın yüzyıllar boyunca merkezi Akdeniz olmuş. Daha doğrusu korsanlar "Yedi Denizler"de (Seven Seas) cirit atmışlar uzun bir süre. Yeri gelmişken 1001 Gece Masalları'nda adı sıkça geçen "Yedi Denizler"den kastın ne olduğunu açıklamak iyi olur. Batı dillerinde bugünkü kullanımı "yedi düvel" tarzı yaklaşımla "dünyanın tüm okyanusları" olsa da antik çağdan itibaren "yedi denizler" aslen Akdeniz havzası ve Arap Yarımadası'nın deniz ve körfezlerini tanımlar; yani Akdeniz, Adriyatik, Ege, Karadeniz, Umman, Hazar, Hint Okyanusu, Basra Körfezi ve Kızıldeniz'i.


TÜRK KORSANLAR
"Yedi Denizler"deki korsan tehdidi, ancak Roma İmparatorluğu'nun güçlenmesiyle son buldu. Bu denizlerde korsan gemilerinin tekrar ortaya çıkması Orta Çağ'ın din savaşlarının yaşandığı döneme rastlıyor. Haçlı Seferleri'yle başlayan bu tarihi dönem, denizlerde de süren bir mücadeleye sahne oldu. Türkçe'de kullandığımız "korsan"kelimesi bu dönemden kalma. Her iki dine mensup korsanların birbirlerini gördükleri yerde korsan bayrağı açtıkları dönemde, İtalyanca kökenli "corsair" kelimesi bu gemiler ve elinden pala ve kılıçlarını düşürmeyen denizciler için kullanılır olmuş. Korsanlık tarihinin en ünlü korsanlarından bazıları, ki aralarında Oruç, Hızır(Barbaros Hayreddin) Reis kardeşler ve Turgut Reis de var, hepsi "corsair" olarak adlandırılmışlar. Genellikle Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı ama düzenli donanma ile hareket etmeyen Türk korsan gemileri Malta'da üstlenen St. John Şövalyeleri'yle savaştıkları için Kuzey Afrika kıyılarını mekân tutmuşlardı ve mürettebatlarında Kuzey Afrikalı denizciler de bulunuyordu. Osmanlı İmparatorluğu ise bu denizcileri "deniz akıncısı" olarak adlandırıyordu. Hatta korsanlıktan yetişmeyenlere gerçek denizci denmezdi. Osmanlı'dan yarı bağımsız hareket eden Türk korsanlarına Avrupalılar tarafından "Berberî korsan" (Barbary pirate) da deniyordu. Kuzey Afrika kıyıları zaten antikçağdan itibaren dönem dönem korsan yatağı olmuştu. Orta Çağ'da A kdeniz havzasında baskınlar yapan iki güçten biri Faslı korsanlardı, diğeri kuzey den gelen Vikingler.


MEŞRU KORSANLIK
Osmanlı korsanları savaş halinde oldukları ülkelerin kıyılarını vurur, gemilerine saldırırdı. Bu durum 14'üncü yüzyıla kadar sürdü. Osmanlılar 1500'lü yılların sonundan itibaren korsanları düzenli donanmaya bağlanmaya başladı.

Korsanlığın genel tarihine bakıldığında, Türk korsanları korsanlık biçimlerinden "privateer" adı verilen türe giriyor. Yani bir kral ya da hükümdarın buyruğu veya izniyle düşman gemilerine saldıran yarı-bağımsız korsanlar... "Privateer"lar ganimetlerinin bir kısmını adına savaştıkları krallara veriyorlardı.

Osmanlı düzenli donanmasını kendi "privateer"larından kurup, Akdeniz'deki üstünlüğü ele geçirdiği yıllarda, dünyanın diğer ucunda korsanlık tarihinin altın günleri başlamak üzereydi. Dünyanın diğer ucu Karayipler'di. İspanya Yeni Dünya'nın güneyindeki kesimini sömürgeleştirmiş; yağmaladığı altını, gümüşü ve değerli bulduğu her şeyi mecburen Karayip denizinden geçen rota üzerinden Avrupa'ya taşıyordu.


KORSANLIĞIN ALTIN ÇAĞI
Korsanlığın altın çağı Karayipler'de yaşandı. Yeni Dünya'nın keşfinden itibaren yaklaşık 250 yıl kadar süren bu dönemde, sömürgeciler deniz üzerindeki savaşlarını korsanlar aracılığıyla da yürüttü. 16'ıncı yüzyılda yeni kıtanın güneyi tartışmasız İspanyol hakimiyetindeydi. Papa 1494 yılında Yeni Dünya'yı İspanya ile Portekiz arasında paylaştırmıştı. Avrupa'nın diğer sömürgeci güçleri İngiltere, Fransa ve Hollanda'nın süreç dışına itildiği yağma dönemi böyle başlamıştı. Aztek altınlarını gemilerine yükleyip yola koyulan İspanyollar, privateer olarak Yeni Dünya kıyılarında ava çıkan diğer ülkelerin korsanlarının hedefi haline geldiler.

Karayipler'deki korsan faaliyeti, korsanlık tarihinin belki de en "meşru" olduğu dönemdi. Altın Çağ'ın en ünlü korsanlarından Sir Fransic Drake İngiltere'de bir kahramandı; hatta Kraliçe Elizabeth'in ona "Benim sevgili korsanım" diye hitap ettiği bile söylenir. Korsan Drake'in İngiltere'deki popülaritesinin artışı, Karayipler'den 300 bin Pound değerinde ganimetle dönüşü sonrasında oldu. Kaptan Drake ganimetin 1 0 bin Poundluk kısmını anlaşma gereği kendisine ayırıp geri kalanını Kraliyet Hazinesi'ne teslim etmişti.



İngiltere, Fransa ve Hollanda için ilk başlarda korsan kullanmanın bir riski yoktu; her şey deniz kanunlarına uygundu. Ancak etki alanlarının çok dışında faaliyet gösteren silahlı güçleri kontrol altında tutmak sanıldığı kadar kolay değildi; üstelik İspanyol altınının çekiciliğine kapılan korsan sayısı hızla artıyordu. Öte yandan İspanya ile yapılan dönemsel barış anlaşmaları sırasında privateer'lar işsiz kalıyordu. Yavaş yavaş ortaya çıkan bağımsız kaptanlar, 1640 yılında İngiltere ve Fransa, İspanya ile yaptığı anlaşma sonucu Karayipler'de birkaç adada (bugünkü Haiti ve Dominic Cumhuriyeti) koloni kurma hakkı alınca, işler iyice karıştı. Artık "buccaneers" dönemi başlıyordu. İngiltere ve Fransa'nın kolonileştirdiği adalara yerleşen insanların temel gıdası yaban domuzuydu. Ülkeler arasındaki barış anlaşmasına rağmen, yıllardır süren korsan faaliyetler nedeniyle İspanyollar, yeni kolonistlere konukseverlik göstermediler. İspanyollar da bu av hayvanları üzerinde hakları olduğunu iddia ederek, büyük bir yaban domuzu avı kampanyası başlatınca, iki kolonist grup arasında gerginlik arttı. Yeni gelenler iptidai koşullarda yaşadıkları için avladıkları domuzları açık ateşte kızartıyorlardı ya da kış için iste kurutuyorlardı. Bu nedenle yeni kolonistlere "bouccaneer" adı verilmişti. Kelimenin kökeni Fransızca'da "açık ateşte sopaya geçirilerek etin iste kurutulması" anlamına gelen "boucan"dı.

"Bouccaneer"lar bir süre sonra vahşi domuz bulamaz hale gelince korsanlık yapmaya başladılar. Çoğunluğunu İngiliz ve Fransızlar'ın oluşturduğu bouccaneer'lar kendilerine üs olarak Haiti'nin kuzeyindeki Tortuga adasını seçtiler. Karayip korsanlarının tamamen kanunsuz oldukları bir dönem başlamıştı.




TARA BAYRAK JOLLY ROGER
20'nci yüzyılda popüler kültürün şekillendirdiği tek gözü bantlı, eli kancalı, tahta bacaklı korsan imgesi o dönemleri anlatan roman ve filmlerin marifeti. Ama bouccaneer'lar, sanıldığı gibi büyük gemiler değil, küçük tekneler kullanıyorlardı. Genellikle sinsi saldırıları, göğüs göğüse savaşla bitecek açık kovalamacalara tercih ediyorlardı. Yani filmlerde sıkça gördüğümüz ticaret gemisini görünce korsan bayrağı "jolly roger"ı açanlar Karayipler'in kanunsuz korsanları bouccaneer'lar değil, nizami bir savaş biçimini sürdüren yarı-kanuni privateer'lardı. Bouccaneer'ların da ele geçirdikleri gemileri kullandıkları oluyordu, ama Karayipler'in sığ ve kayalık sularında izlerini kaybettirmek için küçük tekneleri daha çok tercih ettikleri biliniyor.



Söz "jolly roger"dan açılmışken, kurukafaya çatılmış iki kemikten oluşan bu simgenin nereden çıktığı konusunun tartışmalı olduğunu söylemek gerek. Hatta neden "jolly roger" dendiği üzerine de bir fikir birliği yok. Kaptan Kidd, Henry Morgan, John Rackham, Anne Bonny, Marry Read, Bartholomew (Black Bart) Roberts ve gerçek adı Edward Teach olan Blackbeard yani Karasakal gibi tarihin ünlü korsanları kendilerine has "jolly roger"lar kullanmışlar. Romanlarda ve filmlerde rastladığımız ve muhtemelen yönetmenin bir "güzellik" olsun diye koyduğunu sandığımız kadın korsanlar ise bir efsane değil. En ünlüleri Anne Bonny ve Marry Read'in yanı sıra Grace O'Malley (Granuaile), Ching Shih, Charlotte de Berry, Rachel Wall, Jane de Belleville gibi birçok kadın korsan yaşamış. Jolly roger hakkında anlatılan türlü hikâyeler, korsanlık üzerine üretilmiş ve anlatılagelmiş bir sürü efsaneye benziyor. İçinde maceranın, çatışmanın, heyecanın ve sonunda ganimetin olduğu bir dünyadan da ancak efsanelerle dolu bir öykü çıkar zaten. Tıpkı üç yıl önce gösterime girdiğinde büyük bir başarı kazanan Karayip Korsanları'nda anlatıldığı gibi. Hollywood'un bir dönem çok sık anlattığı korsan hikâyeleri unutulmak üzereyken yapılan bu film, sinemada kendine has bir alanı olan korsanları yeniden beyazperdeye taşıdı. Üstelik kısa sürede ikincisi de çekilecek kadar başarılı oldu.