SİVİL ÖLÜM VE TOPLUMSAL EMPATİ
_ Can Başkent
Geçtiğimiz aylar vicdani ret açısından epey hızlı
ve "verimliydi". Gazeteler yazdı, İzinsiz Gösteri'de
(Şubat 2006) kararı yayınladık, artık duymamayan kalmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti vicdani retçi Osman Murat Ülke'ye
bini masraflar için olmak üzere toplam 11 Bin Avro tazminat ödemeye
mahkum oldu. Arkasından, bir kaç hafta sonra, tutsak vicdani retçi
Mehmet Tarhan ( www.mehmettarhan.com
) yaklaşık onbir aylık tutukluluk sürecinden sonra serbest
bırakıldı. ( www.ainfos.ca/tr/ainfos02592.html
)
İlk bakışta yüzümüzü güldüren kararlar sanki bunlar, değil mi?
Fakat, aslında çoğumuzun içinde bir bit yeniği var hala. Acaba
bundan sonra ne olacak, bundan sonra hukuken ve siyaseten ne yapılmalı,
sorularını sorup duruyoruz kendimize ve çevremize. Ossi hakkında
açıklanan önkarara göz attığımızda, işin hukuki gerekçesinin,
yani devletin ceza almasının nedeninin, "sivil ölüm"
olarak adlandırılan, defalarca aynı suçtan dolayı mahkum edilme
ve toplumsal haklardan mahrum bırakılma olduğunu görüyoruz. Diğer
bir deyişle, Ülke'nin, 'asker kaçaklığı' nedeniyle defalarca hapsedilmesi,
ve kamu haklarından dolaylı olarak mahrum bırakılmasına dair uygulamalar
nedeniyle devlet mahkum edildi. Ossi, yıllara yayılan bu defalarca
hapsedilme sürecinde yaklaşık 700 gün hapis yattı. Bu uygulama,
sadece Türkiye'ye mahsus değil elbet.
Militarizm deyince akla ilk gelen toplum ve ülkelerden olan İsrail'de
de, benzer bir şekilde, sözünü ettiğimiz, aynı 'suçtan' dolayı
defalarca mahkum edilme, İsrail antimilitarist hareketine karşı
da onlarca kere uygulandı. İsrailli retçiler defalarca hapsedildiler,
cezaları sone erdikten sonra da, tekrar askerilik 'hizmetlerini'
yapmayı reddettikleri için yeniden mahkum edildiler.
(Meraklı okur www.geocities.com/canbaskent
adresindeki Vicdani Ret Tutsakları başlıklı, artık eskimiş
olan yazılara göz atabilir)
Defalarca tekrarlanan bu süreç, elbette işin hukuki değil, politik
bir uygulama olduğu gerçeğini hatırlatıyor sertçe. Keza, Mehmet
Tarhan da, tutukluluk süresi göz önünde bulundurularak serbest
bırakıldı. Sonrasında da, "mevcutsuz" olarak birliğine
gitmesi istendi. O da birliğine değil ailesinin ve dostlarının
yanına geldi. Düşünün, bir vicdani retçiyi, mevcutsuz olarak birliğine
gitmesi için serbest bırakmak, onu bir anlamda salıvermek değil
midir zaten?
Fakat, işler o kadar da basit değil gerçekte. Mehmet'in durumunu,
Ossi'nin başından geçmişleri hatırlayarak, gözden geçirelim. 2005
nisanında İzmir'de tutuklanıp, onbir ay hapis yatıp, defalarca
emre itaatsizlik cezası almış, hapiste işkenceye, baskı ve kötü
muameleye maruz kalmış bir retçi Mehmet. Birden, ne olduysa, bir
vicdani retçi, askere gitmeyeceğini politik gerekçeleriyle defalarca
açıklamış bir vicdani retçi, salıveriliyor. Ama, askerlik "yükümlülüğünü",
öte yandan, hala yerine getirmesi gerekiyor. İşte bu noktada,
sivil ölüm başlıyor. Mehmet pratik olarak kamu haklarından mahrum
ediliyor, sürekli bir kovuşturma, tutuklanma tedirginliği ve gerginliğiyle
dış dünyada, hapishane dışında tutsak bir hayat sürmeye zorlanıyor.
Bir "suç" işlememiş olmasında rağmen, antimilitarist
olmasının bedelini Mehmet'e, toplum ve devlet, nedense bu şekilde
ödetiyor.
Vicdani reddin hukuki bir hak olup olmadığı tartışmasını bir kenara
bırakalım şimdilik. Zira, Mehmet'in eylemi, nereden bakarsak bakalım,
bir sivil itaatsizlik eylemidir, diğer tüm vicdani retlerde olduğu
gibi. Dolayısıyla, (kısmen de olsa) yasa dışılık zemininden harekete
geçer, ve kamusal destek oluşturmaya gayret eder. İşin ilginç
yanı, bu kamusal destek, nedense bir çok sivil itaatsizlik eyleminde
oluşamadı bu topraklarda. Bellekleri tazeleyelim şimdi biraz.
Bir çok kuramsal metin, bu topraklardaki sivil
itaatsizlik eylemlerinin ilki olarak "Cumartesi Annelerini"
kabul etmekte. Arjantin'de ve Balkanlar'da da benzeri olan, siyasi
alanın pek de yabancısı olmadığı, barışçıl ve pasifist bir eylemdi
kayıp anneleri eylemleri. Fakat, oluşturulmaya çalışılan kamusal
destek nedense, "Cuma Anneleri" şeklinde gelişti. Kolluk
kuvvetlerinin kol gücünün Cumartesi Anneleri üzerinde nasıl denendiğinin
resimlerini ve görüntülerini anımsıyoruz umarım. Anımsamaktan
hoşnut olduğum bir örnek ise, Bergama'daki siyanürlü altın
karşıtı harekettir. (Bu hareketin ilk yıllarına ait gayet detaylı
ve tutarlı bir analizi, yıllar öncenin Apolitika dergisinde okuyabilirsiniz.)
Toplumumuzun kamusal tepkisi, ya siyanürü anlamamak, ya da ekolojik
boyutu, ekonomik boyuta indirgeyip, madenciliği vatanseverlik
(!) eksenine çekmek oldu. Şimdi altıncı şirket yerli bir kuruluş,
ve haliyle, altın karşıtı kamusal muhalefet artık "toprağımızı
yabancıya satıyorlar" diyemeyince, kamunun hassasiyeti de
biraz azaldı. Yargı kararları gelip geçti, eylemlilikler gelip
geçti; hatta bu aylar itibariyle, altın çıkarılmasını engelleyen
yürütmeyi durdurma kararının yürütülmesi de durdurulmuş. Dahası,
Koza Altın, Bergama ve Gümüşhane'yle birlikte, Ağrı, Ankara, Balıkesir,
Bayburt, Bilecik, Bursa, Erzincan, Eskişehir, Kastamonu, Konya,
Sivas ve Tunceli'de de altın çıkarma ruhsatı almış. Kamu tepkisi,
zannedersem, bu altın madenlerinde çalışmak olacaktır önümüzdeki
yıllarda.
Karamsarlığı yine de iyi zamanlara saklayalım. Sivil itaatsizlik
eylemleri, her şeyin öncesinde, empati duygusunu varsayar. Zira,
itaatsizlik yapan kişinin başına gelenler hepimizin başına gelebilirdi.
Hepimizin çocuğu kaybedilebilir, hepimizin köyünde altın bulunabilir,
ve hepimiz askerlikle yüzleşebilirdik. Dolayısıyla, doğrudan ve
kolay bir şekilde, eylemcinin davranışlarını kavrayabilmemiz varsayılabilir.
Fakat, elbette, malum nedenlerden dolayı, kah Cumartesi Anneleri,
kah Bergamalılar, vatan haini ve PKK'li olmakla suçlandı, ve empatiye
sıra gelmeden, kamuoyunun her bir tekili birer yargıca dönüştü.
Mehmet'in durumunda, diğer retçilerle birlikte, çok da ilginç
bir şey yok aslında. Askerlik travmalarını birbirine anlatarak
aşmaya çalışan "erkek" toplum, zaten askere gitmemek
için işaret parmağını kesenlerle, "komando olayım da öleyim"
diyenler arasındaki görece zigzagla yaşamaya gayret etmekte zaten.
Haliyle, empatiye sıra yine gelemiyor. Çünkü, empatik bakmak için
belirlenmiş bir bireysel konumlanma yine gerçekleşemiyor.
Bir çözüm önerecek değilim haddimi aşıp. Ya da, çoğunluğun sahip
olmasına izin verilmeyen empatiyle, çoğunluğa yaklaşıp, "onları"
benimseyip, kabullenecek ise hiç değilim. Ya da, bütün bu koşullar
altında, bu topraklarda sivil itaatsizliğin çok daha fazla yürek
gerektiğinin altını çizip, Troyalı dedelerimize taş çıkaran epik
yaklaşımlarda hele hiç bulunamayacağım. Fakat, yine de, benim
çıkardığım tek ders, sivil itaatsizliğin etkileyici olmasını sağlamak
için, toplumsal ve kolektif bir duygulanım halinin yaratımı için
de çabalamaktır. Zira bu şartlar altında, acaba, Mehmet'in içerdeki
hapishaneden çıkması, onu dışarıdaki hapishanede özgürleştirecek
mi, diye sormadan edemiyorum.
Can Başkent
canbaskent@me.com
www.canbaskent.net Contact