Bu çalışmada Sevgi Soysal’ın (1936-1976) Yenişehir’de Bir Öğle Vakti romanını edebiyat sosyolojisi açısından değerlendireceğiz. Soysal’ın gerçekçi bir üslûpla kaleme aldığı romanı, 1970’li yılların başlangıcındaki Türkiye’nin tarihsel-toplumsal koşullarını kavramamızda bize önemli çıkış noktaları sağlayacak niteliktedir.
Analizimizi Ömer Naci Soykan’ın önermiş olduğu yönteme uygun olarak sürdüreceğiz (Bkz. Ömer Naci Soykan, “Edebiyat Sosyolojisinde Uygulamalı Bir Yöntem Denemesi”, Adam Sanat, Eylül 1989, Sayı 46) Soykan’a göre edebiyat sosyolojisi edebiyatı bir “olgu” olarak adlandırır ve dört temel öğenin heterojen bir bütünlüğü içinde ele alır. Bu öğeler, sanatçı (yazar), sanat yapıtı (roman, öykü vd. ), kitle ve iletişimden oluşur. Onun serimlediği yöntem bu öğelerden ikincisini, sanat yapıtını çözümlemeye yöneliktir. Romanın sınırları içinde kalarak yapılacak bir irdelemeyle “edebi harita” çıkarılmalıdır. Bunun ardından yapıtın konu aldığı “mekân-zaman tarihsel kişiler ve olaylar”ın sosyolojik açıdan araştırılmasıyla “nesnel harita”nın çıkarılması gereklidir. Son olarak iki ayrı haritanın karşılaştırılması, benzerlik ve ayrılıklarının gösterilmesiyle çalışma kendi başına bütünsel bir anlam kazanmış olacaktır.
Burada György Lukacs’ın “roman kuramı”nı anımsamamız da yararlı olabilir. Lukacs başarılı bir gerçekçi yapıtı diğerlerinden ayıran en önemli özelliğinin “tip”ler yaratması olduğunu ve belirli bir sınıfın, grubun örneği olan bu tipler aracılığıyla toplumsal realitenin geneli hakkında bize bilgi vermesiyle belirlendiğini öne sürer. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ni tercih etmemizin bir nedeni de, Türkiye’nin en önemli dönemeçlerinden birini yaşadığı 70’li yılların toplumsal çehresini Lukacs’ın tanımladığı anlamdaki tipler aracılığıyla yansıtabilme gücünü gösterebilmesidir. Şimdi çözümlememize sırasıyla başlayabiliriz:
I. Romanın Edebi Haritası: 1) Mekân-zaman:
Soysal tamamen çağdaş denebilecek bir mekân ve zaman kurgusu denemiştir. Gerçekte adından anlaşılabileceği gibi roman Ankara’nın Kızılay semtindeki bir öğle vaktinde geçmektedir. Yıl belirtilmemiştir. Fakat güncel anlatıma bakacak olursak romanın yazıldığı dönemi konu ettiğini çıkarabiliriz (Birinci Basım 1973). Metin içinde karakterlerin zihinlerinde geçmiş günlerini canlandırmaları, anımsamalarıyla birkaç gün öncesinden Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına, Ankara’nın gecekondu mahallelerinden İsviçre’ye kadar çok geniş bir zaman ve mekân çeşitliliği ifade edilmektedir.
2) Başlıca Karakterler: Ahmet: Yoksul bir ailenin çocuğu, tezgâhtar bir gençtir. İçinde bulunduğu gecekondu çevresini hiç olumlamamaktadır. Sürekli sınıf atlama hayalleri kurmaktadır. Şükran: Ahmet’in sevgilisi. Eğitim görmemiş bir mahalle kızıdır. Spor Toto’da çalışmaktadır. Hatice: Gençlerin ahlâksızlığından, “başıbozuk”luğundan sürekli dert yanan emekli bir öğretmendir. Otoriter ve muhafazakâr bir kişiliği vardır. Necip: Selanik eşrafından gelmektedir. Fransız eğitimi almış bir burjuvadır. Tükenmeye yüz tutan baba mirasıyla geçinmektedir. Mehtap: Banka memuresi. Kafkas kökenli bir işçi ailesinin kızı. Çalışkan, tutumlu ve yoksul ailesine kendisini adamış bir genç. Güngör: Çocukken paskalya yumurtaları satarak ticarete atılmıştır. Engel ve kural tanımayan azmiyle Çankaya’da lüks eşyalar satan bir dükkân sahibi olmuştur. Girişimci ruhludur. Salih: Ceza hukuku profesörüdür. Ülkede ve uluslararası alanda saygın bir konumu var. Samanpazarı’ndaki yoksul bir çevreden sıyrılarak yükselmiştir. Kurallara saygılı, sabırlı bir insandır. Mevhibe: Salih Bey’in eşidir. Çok titiz, cimri ve asık suratlıdır. Babası vekildir ve “Cumhuriyet kızı” olmakla övünür. Olcay: Salih Bey ve Mevhibe Hanım’ın kızı. Sıkıntılı, sevgisiz bir çocukluk yaşamıştır. Zamanla kişiliğini masaya yatırarak sorunlarını çözmeye çabalamıştır. Doğan: Olcay’ın ağabeyi. Fransa’daki eğitimini yarım bırakıp geri dönmüştür. Kitabi cümlelerle konuşmayı seven, halktan kopuk bir entellektüeldir. Ali: Doğa’nın arkadaşı ve Olcay’ın sevgilisidir. Hukuk Fakültesi’nde öğrencidir. Kendine güvenlidir, sürekli sağlam adımlar atar. Siyasal aktiviteler içindedir ve kendisinin de bir parçası olduğu yoksul halkı çok iyi tanır. Necmi: Ayakkabı boyacısı. Çingene’dir. Hileli kumar oynayarak gelir elde eder. Dünya umurunda değildir ve gözü karadır. Aysel: Ensest bir ilişki sonucunda dünyaya gelmiştir. Daha çocuk yaştayken fuhuş sektörüne düşmüştür. Bir gazinoda çalışmaktadır. Mevlût: Salih Bey’lerin apartmanının kapıcısıdır. Mevhibe Hanım onu sürekli işten atmakla tehdit eder. Evlidir ve bir çocuğu vardır.
3) Olay Örgüsü:
Roman, birbirini izleyen ama aralarında konusal bir bağıntı olmayan bir öyküler zincirinden oluşmaktadır. 1970’lerin Ankara’sının Kızılay semtinde bir öğle vaktidir. Gerçekte bu kısa zaman kesiti anlatılır, ancak geriye doğru bakışlarla metin zenginleştirilmiştir.
Tezkan adlı mağazadaki müşterilerin davranışlarından, müthiş bir tüketim çılgınlığı içinde bulundukları anlaşılmaktadır. Bunun yanında insanlarda büyük bir Amerikan kültürü özentisi vardır. Bu, giyim kuşamdan konuşmaya kadar hayatın her veçhesinde görülebilir.
Tezgâhtar Ahmet, Samanpazarı’ndaki çevresinden, ailesinin yoksul imajından hiç memnun değildir; sınıf atlama hayalleri kurar. Her hafta toto oynar ve kazanacağı parayla araba alma hayalleri kurar. Şükran adlı bir sevgilisi vardır. Onu bir cinsel sömürü nesnesi olarak görür. Oysa kız Ahmet’e aşıktır ve evlenme hayali içindedir.
Ahmet’le Şükran beraber olmak üzere Büyük Mağaza’nın deposuna girerler. Kavga ederler. Mağazadan dışarı çıkarken Ahmet tanımadığı Hatice hanıma çarpar ve özür dilemeden geçip gider.
Hatice hanım emekli öğretmendir. Büyük Mağaza’ya alış veriş için gelmiştir. toplumdaki gençlerin dik başlılığından, saygısızlığından şikâyetçidir. Çok aceleci, bildiğini okuyan, otoriter ve muhafazakâr bir kadındır. Çıkışmalarıyla insanları sindirmeyi ve susturmayı amaçlar. Ne var ki, mağazada aradıklarını bulamadı diye azarladığı görevlilerin hiç biri onu umursamaz. Tam dana kıyması yok diye kasap reyonundaki gence bağıracakken Albay Zeki beyin karısını görür ve onun karşısında süklüm püklüm olur. Sokakta dilenenler ya da kırmızı ışıkta geçenler gibi kuralsız yaşayan insanlara karşı ise çok öfkelidir. Düzen yanlısıdır. Kendi sorunları içinde dalgınca yürürken Golf pantolonlu bir adamın ona selam verdiği görmez. Bu Necip beydir.
Necip bey Hatice hanımın ailesinin kirada kaldığı apartmanın sahibidir. Onu görgüsüz bulmaktadır. Kendi kızının Hatice hanımın kızıyla arkadaşlık etmesine kızar. Karısıyla boşanmak istemektedir, fakat o buna yanaşmaz.
Necip bey okumak üzere Lozan’a gitmiş, yarıda bırakıp geri dönmüştür. Avrupa kültürüne hayrandır. Geçimini, tükenmek üzere olan baba mirasını yiyerek sağlamaktadır. Bir dikiş makinesi bayiine ortaktır, ama işler kötü gitmektedir. Viyana’ya gidip aile servetinin önemli bir kısmını batırmış olan ağabeyine kızar. İflasın eşiğindedir, geleceği belirsizdir. Bunun yanında, siyasi çalışmalar içinde olan oğluyla sürekli gerginlik yaşamaktadır. Kalan son parasını çekmek üzere bankaya girer.
Mehtap (banka memuresi) onu tanımaktadır. Bankanın hiç para yatırmayan, sürekli çeken tek müşterisidir. Son parasını çekiyor oluşuna üzülür. Mehtap daha çocukken, güçlükle kendisini okutan ailesine bakmak için abisiyle beraber söz vermiştir. Fakat, abisi evlenir ve bu sözü unutur. Babaları emekli olunca Mehtap çalışmaya başlar. Bu yoksulluklarının giderek artmasını engelleyemez. Babası mecburen yeniden çalışmaya başlar. Bu kez çok daha düşük ücret almaktadır. Mehtap gizli gizli para biriktirerek bir ev almaya çalışmaktadır. Ama bu imkânsızdır.
Necip bey son parasını çektikten sonra Piknik’e yemeğe gider. Onun garsonla olan diyalogu Güngör’ün dikkatini çeker.
Güngör nişanlısıyla birlikte yemek yemektedir. Aslında evlidir, az sonra boşanma işlemlerini başlatmak üzere avukatın yanına gidecektir. Güngör’ün, ev eşyalarının satıldığı bir mağazası vardır. Çocukken, Ankara’da yaşayan Amerikalı askerlere paskalya yumurtası satarak ticarete başlamıştır. Onlardan karşılık olarak aldığı eşyaları yüksek fiyattan satarak ilk sermaye birikimini yapar.
Yemekten sonra arabasını parktan almak üzere gitmek ister. Ama polis ona engel olur. Bir kavak ağacı devrilmek üzeredir. İtfaiye erleri yoğun olarak çalışmaktadır. Güngör bu arada Profesör Salih beyle karşılaşıp konuşur. Polisin uyarılarını umursamadan arabasını alıp gider.
Salih bey Ceza Hukuku profesörüdür. Üniversitede dersler verir, bilir kişilik yapar, ayrıca yazıhanesi de vardır. Samanpazarı’nda yoksulluk içinde büyümüştür. Henüz çocukken, kendisini ayrıcalıklı ve üstün görür. Yoksul arkadaşlarını sevmez ve onlardan kurtulmanın fırsatını kollar. Hukuk fakültesini bursla okur. Genç yaşta profesör ünvanı kazanır. Bir vekil kızıyla evlenir. Ev ve araba sahibi olur.
Mevhibe hanım bu sırada pencereden kocasını izlemektedir. Devrilmek üzere olan kavak onların bahçesindedir. Güngör bey aceleyle karşıya geçerken, Mevhibe hanım kocası Salih beyin beklemesini ilk başta yadırgar, sonra hak verir. Ne de olsa Profesör Salih bey nerede ne adım atacağını iyi bilir.
Mevhibe hanım ev işlerinde aşırı titiz ve cimridir. Yemeklerin malzemesini sürekli kısar. Hizmetçisi Nurten’e sürekli yeni güçlükler çıkarır. Kendisini bir cumhuriyet kızı olarak görür. Eski halk partilidir. Yıllardır kadın kollarına bağlı bir derneği yönetmektedir. Hayata muhafazakâr bir bakış acısı vardır. Salih beyi şimdi Ulus’a fayans almaya yollamıştır. Evlerine gelen önemli misafirler için banyoyu yenilemeleri gerekmektedir.
Salih bey ve Mevhibe hanımın kızı olan Olcay, ebeveynlerinin sevgisiz evliliklerinin gölgesinde bir çocukluk geçirmiştir. Annesi, çocukken çok sevdiği renkli balonlara karşı olduğu gibi, şimdi de okuduğu kitaplara karşıdır. Geçmişte üzerinde çok baskı kurulmuş, bu da onda bazı ruhsal problemler yaratmıştır. Sonunda annesi, psikologun önerilerini dikkate alarak kızına uyguladığı baskıya son vermiş ve onu, paraya kıyıp İstanbul Amerikan kolejine yollamıştır. Orada Olcay sosyal yönünü geliştirir, kendine güvenen bir kız olur. Annesiyle hiç anlaşamamaktadır. Şimdi de onu dinlemeyerek dışarıya çıkar.
Doğan Olcay’ın ağabeyidir. Çocukluğunda da gençliğinde de ilgileri sürekli olarak değişen, kararsız, tipik bir küçük-burjuvadır. Liseyi başarıyla bitirerek bir burs kazanıp Paris’e gitmiştir. Fiziğe ilgi duymaktadır. Atom fizikçisi olma amacındadır. Fakat orada sanata merak salar, sinema okumaya karar verir. Ailesi buna karşı çıkar. Kendi kendini yetiştirmeye çalışır. Sinema kitapları ve bir kamerayla ülkeye döner. Ankara’nın varoşlarında bir belgesel çeker. Ama film gösterildiğinde tam bir fiyasko olduğu görülür. Salonda, sadece Ali adlı yoksul bir genç Doğan’ı açık yüreklilikle eleştirir. O günden sonra yakın dost olurlar. Ali, sistem karşıtı görüşleri olan, kararlı ve özgüvenli bir gençtir.
Kısa bir süre sonra Olcay’da Ali’yle yakın arkadaş olur. Zamanla, Olcay’la Ali arasında duygusal bir yakınlık başlar. Doğan bu ilişkiyi kıskanır. Hem kız kardeşini bir mülk gibi sahiplenir, hem de kendisinin arayıp bulduğu dostu Ali’yi onunla paylaşmak istemez. Onlardan ve arkadaş çevresinden kopar. Olcay Ali’yi ailesine tanıştırmaktan korkmaktadır. Bu nedenle ondan ayrılır. Ali bir grev yüzünden gözaltına alınır, iki hafta sonra serbest bırakılır.
Kavak ağacı devrilmek üzereyken, Doğan ve Ali kalabalığın içinde tartışmaktadırlar. Ali Doğan’ı kitabi cümlelerle konuşmakla suçlar. Olcay da evden çıkmaya çalışmaktadır, ama yol kesik olduğu için diğer tarafta kalmıştır. Bu arada Piknik’in köşesinde ayakkabı boyacısı Çingene Necmi durmaktır. Necmi hileli kâğıtlarla kumarda çok paralar kazanmıştır. Onun hayat felsefesi şudur: Eğer dünyada paran yoksa, yeri geldiğinde canını ortaya koymalısın. Başka türlü kazanamazsın. Necmi, Doğan’la konuşan Ali’yi görür. Onu Konya’dan tanımaktadır. Selamlaşırlar. Necmi Ali’yi akşam yemeğine davet eder.
Ali Emniyet’teyken Aysel adlı genç bir kadın ona yardım etmiş, yaralarını sarmıştır. Aysel, babasının öz kızına tecavüz etmesi sonucu, ensest bir ilişkiyle dünyaya gelmiştir. Çocukluğu sefalet içinde geçmiştir. Annesi (aynı zamanda ablası) fahişedir. Eve gelen erkeklerden biri Aysel’i de bu tuzağa çeker. Şimdi, bir gazinoda çalışmaktadır.
Aysel, kalabalığın içinde Ali’yi görür. Yanına gidip gitmemekte kararsız kalır. Ali, evden çıkan Olcay’la gidince çok öfkelenir.
Salih beylerin apartmanının kapıcısı Mevlût’tür. Mevlût’ün karısı devrilmek üzere olan kavağa çamaşır ipi germiştir. Mevhibe hanım apartmanın ön tarafına çamaşır asılmasına çok kızmaktadır. Mevlût’ü çağırıp azarlar. Kapıcı işini kaybetmekten çok korkmaktadır. Bu yüzden Mevhibe hanım ne buyurursa uygular. Hemen aşağı iner. Öfkeyle, çamaşır ipini çekerek koparmaya çalışır. Ama çürümüş kavak devrilmek üzeredir. İtfaiyeciler bağırır, onu uyarmaya çalışırlar. Mevlût bunları hiç duymamaktadır. En sonunda ağaç devrilir, o da altında kalır.
II. Nesnel Harita:
Romanın edebi haritasında ifade edilen zaman ve mekân gerçeğe uygundur. Şimdi kısaca söz konusu yılların ekonomik, toplumsal ve sosyal koşullarına değinelim.
1965-71 dönemi, Türkiye’nin çeşitli alanlarda olumlu ve olumsuz değişimleri yaşadığı bir dönem oldu. AP’nin tek başına iktidar olduğu bu yıllarda iktisadi büyüme hızı, %7 gibi büyük bir orana ulaşmıştır. Ülkede, ağırlıklı olarak montajcı bir sanayi gelişirken, dış iktisadi ilişkilerde ilerleme kaydedilmiştir. Bu durum toplumsal ve kültürel yapıda da önemli bir değişimi koşullar. Türk insanı, kendi geleneklerine yabancı olan, Batı toplumlarının tüketim kültürü ve nesneleriyle tanışır.
Anayasa’nın tanımladığı özgürlükler çerçevesinde, 1965 sonrasında toplumsal hareketler de hızlandı. Sendikacılık kökleşti; çalışanlardan öğrencilere kadar, toplumun her kesiminin ülkenin sorunlarının çözümüne dair tartışmalara katıldığı bir ortam oluştu. Bu eksende, siyasi düzeyde de bazı önemli yenilikler yaşandı. CHP’de 1965 seçiminin ardından bir “ortanın solu” arayışı başladı. Ayrıca, 1965’te TİP’in on beş üyeyle meclise girmesi, bir diğer önemli siyasi gelişmeydi. İlk kez bir sosyalist parti mecliste temsil ediliyordu.
1965 sonrasının bir başka belirleyici olgusu ise, radikal sol ve sağ akımların gelişmesi, özellikle gençlik içinde taban bulan bu hareketlerin silahlı çatışmalara girişmesiydi. Bu çalkantılı günlerin ardından, bazı çevreler anti-demokratik bir askeri müdahalenin koşullarını hazırladılar. 12 Mart 1971’de Silahlı Kuvvetler bir muhtıra vererek hükümetin çekilmesini ve yeni bir hükümetin kurulmasını istedi. Bunun üzerine başbakan Demirel istifasını sundu.
12 Mart Muhtırası’yla ilkeleri tanımlanan yeni hükümet, partisinden istifa eden CHP milletvekili Nihat Erim tarafından oluşturuldu. Ne var ki, teknisyenlerden kurulan ve partiler üstü bir özellik taşıyan bu hükümet, hem meclisten gelen muhalefet, hem de olayların artması nedeniyle istifa etmek zorunda kaldı. Onu, ikinci Erim hükümeti, Ferit Melen hükümeti ve dönemin son hükümeti olan Naim Talu hükümeti izledi. Siyasal partilerin geri plana atıldığı bu dönemde, Anayasa’da önemli değişiklikler yapılarak özgürlüklere kısıtlama getirildi ve toplumsal muhalefet hareketleri üzerinde büyük baskılar uygulandı.
III. Edebi ve Nesnel Haritaların Karşılaştırılması:
Yazar, gerçekçi bir üslupla dönemin sosyal yaşamını betimlemiştir. Edebi ve nesnel harita arasında bir uygunluk vardır. işçilerden burjuvalara, köylülerden bürokratlara kadar, tüm sınıf üyelerinin yaşantısında 12 Mart döneminin izleri görülür. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ndeyoksul kesimlerin nasıl bir çözümsüzlük içinde kıvrandığını, ekonomik kutuplaşmada aşağıya doğru itilen burjuvaların eski güzel günlere duydukları özlemleri, Amerikan yaşam tarzının toplumun genelinde yarattığı erozyonu ve kültürel çarpıklığı, genç kuşakların içinde sistem karşıtı muhalefetin gelişmesini ve yaşlı kuşakların onları nasıl bastırmaya çalıştığını görürüz. Romanın karakterlerinin geçmişe dönük anlatımlarından, Silahlı Kuvvetler üyelerinin sosyal yaşam içinde normalin ötesinde önemli, prestijli bir konumu olduğunu anlarız. Genel atmosfer karanlıktır. Belki de, roman boyunca devrilmek üzere olan yaşlı kavak ağacı metaforik olarak ülkenin içinde bulunduğu çıkışsız kriz durumunu anlatmaktadır. Kavak devrildiğinde altında yoksul bir işçinin kalması ise manidardır.
IV. Mesaj:
Romanın, dönemin gündelik yaşantılarını kavramak isteyen sosyologlar için çok önemli veriler sunduğunu düşünüyorum. Sevgi Soysal, biraz da toplumcu bir söylemle, alt sınıftan insanların bireysel olarak yoksulluktan kurtulmalarının mümkün olmadığı mesajını veriyor. Özellikle, dönemin tipik devrimci gençlerinden biri olan Ali, sanırım yazarın anlatımında idealize ediliyor. Birbirine tamamen zıt yaşam koşulları, bir yanda yoksul gecekondu insanlarının katlanılmaz sefaleti, diğer yanda ise üst sınıfların ince, Avrupalı zevkleri bize olası bir sosyal patlamanın sinyallerini hissettiriyor. Burjuva kültürüne eleştirel bir mesafeyle duran yazar, küçük burjuva kişilik özelliklerinden sıyrılmadan halka gitmeye kalkışan solcu aydınları da (Doğan örneği) eleştiriyor.