Siz hiç unutmak için, tıpkı "suya yazı yazar gibi" yazılıp da 50.000 (yazıyla ellibin) adet basılarak satışa sunulan "otobiyografik bir roman" okudunuz mu?
Ben okudum.
"Siyah Süt, Yeni Başlayanlar İçin Postpartum Depresyon"
Daha önceleri de çok satan, hatta çok satsın diye yazılan ve basılan kitaplar okumuşluğum var gerçi. Lakin yazarın, kuvvetle muhtemel, illa pürü pak bir iyi niyet dahilinde algı fukarası zavallı eksik okur'u da göz önünde bulundurarak kaleme aldığı "okuma yöntemi"nden başlayarak tüm kitaba taşan düşünce ve hissiyatları kadar samimiyetsizine rast gelmemiştim. Düşüncenin samimiyeti ve samimiyetin gerekliliği üzerine naçizane görüşlerim meraklı ve ilgili okurun seyriyle elbette çakışacağından kitaba dönmekte fayda var.
Sözü edilen yedi sayfalık bölümde yazarın kadınlık, annelik, deneyim aktarımı gibi mefhumlardan modern cumhuriyet eleştirisine, geleneksel bilginin hükmünü yitirmesi karşısında duyduğu üzüntüsünden unutmayı bile unutmaya varamayan çelişkilerine ve methiyelerine gark olmak mümkün. Derken keşke özet olsaymış dedirten sekiz sayfalık bir önsöz. Ve roman...
Yıl 2003, ada vapurunda bir öğle vakti. Elif Şafak'ın Heybeliada'da yapılan bir edebiyat programından dönüşünde "memelerinin büyüklüğünü bir nimet gibi kabullenmiş, bir lütuf gibi sergilemekte" olan; "garip, korkusuz, çığırtkan bir kadınsılık" yayan ki "buram buram", iki erkek çocuklu şişko bir kadın oturmaktadır. Diğer yanında alnında koca harflerle "ben pazarlamacıyım" yazan bir "adamcağız". Kağıda kaleme sıkışan yazar iki çocuklu, koca memeli, şişko kadından "hayır" çıkmayacağını bir bakışta idrak edince son çareyi adamcağıza sormakta bulur. Yanılmaz. Roman boyunca defalarca belirttiği üzere yazmadan yaşayamayan yazar, kağıda kavuşmanın saadetiyle 10 maddelik "Evde Kalmış Kızlar Manifestosu"nu yazar. Bu esnada şişko ve iki çocuklu kadının yazdıklarına tepkisini ölçmekten kendini alıkoyamaz: "okuma yazmayı yeni sökmüş gibi heceleyerek geriden takip eden" şişman kadını bekler. Sayın Şafak Siyah Süt boyunca kendi yüksek varlığına yetişemeyeceğine kani olduğu her kadını ötekileştirmekte ve eksiltmekte hiç beis görmediği gibi hakim söylemi hep yeniden üretiyor.
Evde Kalmış Kızlar Manifestosu, madde 8:
"İlla da evlilik/yuva metaforuyla konuşmak gerekiyorsa, diyebilirim ki edebiyat benim kocam, kitaplarım da çocuklarım. Bu durumda evlenip çocuk yapmaya kalkmam ancak edebiyatı boşayarak ya da onun üstüne kuma getirerek olur."
Sahi magazinden ve yazarın bildiğimiz önemli gündemlerinden (Şafak hamileliği esnasında bir önceki romanı Baba ve Piç dolayısıyla TCK 301. maddeden yargılanmıştı.) incelik ve zarafet dahilinde ayıklanan otobiyografik romanını sonuna kadar okuyan herkes, Şafak'ın edebiyatı boşamayıp ikinci yolu seçtiğine yani edebiyatın üstüne bir erkek kocayı kuma getirdiğine muttali olacak. Benden hatırlatması.
İçimdeki Seslar Korosu ve Kadın Yazarlar
Aradan bir yıl geçer. Mevsimlerden kış. Bir akşamüstü...
Adalet Ağaoğlu, Elif Şafak'ı çaya davet eder. Şafak ise davete icabet... İki kadın sohbet ederken Adalet Hanım yazarlığı için çocuk sahibi olmamayı seçtiğini anlatır ve o zehirli soruyu sorar: "Peki ya siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Annelik var mı aklınızda?" Nereden bilsin bir soruyla Elif Şafak'ta barınan tüm vasati metaforların birer parmak kadın kılığında, "İçimden Sesler Korosu" adı altında bu yeni romanda hayat bulacağını.
Haberiniz olsun Elif Şafak'ın içinde altı parmak kadın var. Bu altı kadından dördünün ayrı ayrı kapıları var ve bu kapılara yazarın derin dehlizlerini takip ederek ulaşılabilir. Batı kapısında "Pratik Akıl Hanım", Doğu kapısında -işte buna bayılıyorum- Can Derviş Hanım, Güney kapısında "Hırs Nefs Hanım", Kuzey kapısında -bakın bu da pek etkileyici- "Sinik Entelektüel Hanım". Kapısız diğer iki kadınsa bizim de yazarın da karşısına epeyce ilerlemiş bölümlerde çıkıyor: "Anaç Sütlaç Hanım" ve "Saten Şehvet Hanım". Parmak hanım kadınların hiçbir bütünlük kaygısı yok, yazarınsa herhangi bir bütünlüğe teşviki. Parmak kadınlar; kadın olmak, evli bir kadın olmak, anne olmak ve yazar olmak durumları karşısında hepsi birbirinden farklı ve uzlaşmaz görüşleriyle aynı beden, aynı dimağ ve aynı ruh içinde varlıklarını sürdürmekte. Kah darbe yapıp yazarı "en feminist" kampüse taşıyorlar, taşımasına taşıyorlar ya zerre de olsa nasiplenmesine sebep olamıyorlar; kah "beyin ağacı"nın altına götürüp yemin ettiriyorlar:
"Az gittim uz gittim, hayatımın merkezine yazmayı koydum. En nihayetinde gele gele beden ile beyin arasında bir ikileme vardım dayandım. Bu bir dönüm noktası ömrü hayatımda. Ve and olsun ki ben, beyin'i seçtim. Bundan böyle beden değil, beyin olmak istiyorum yalnızca. Kadınlıkta, kadınsılıkta, ev hanımlığında, karılıkta, anaçlıkta, doğurganlıkta yok gözüm. Ben sadece ve sadece yazar olmak ve öyle kalmak istiyorum."
Hepsi bir yana, kadın olduğunu söyleyen bir kadının, dünyanın en feminist kampüsünde feministlerin yıllarca uğruna mücadele ettiği beden mevzusunu tamamen alaşağı ederek kadınlıkta gözü olmadığına dair yemin etmesi bir yana. Bu durumda pes. Ve nokta.
Yine meraklısına.. Gün gelir darbe biter, monarşi biter, anarşi biter, faşizm biter ve nihayet demokrasi gelir yazarın içine. Parmak kadınlar "bir arada yaşamayı öğrenir", yazarsa "onların varlıklarından utanmamayı". Hepsi O'ymuş meğer.
Şahsen Mount Holyoke kampüsündeki eşsiz doğada meditasyona başlayan Can Derviş Hanım hakkında nasıl da tasalandığımın anlatısı bir başka zamana kalsın kitabın kadın yazarlarıyla devam edelim.
Adalet Ağaoğlu ile başlayan roman kırküç kadın yazarın daha adını yad ediyor ve belki de romanın en iyi yanı bu. Kadın meselesi üzerine kafa yormuş ve son kertede kendi seçimini yapmış yazarları serpiştiriliş sırasıyla okumak Siyah Süt'e dinamizm katan tek unsur. Söylemeden geçmek olmaz, memleket yazarlarına keşke daha bir özen gösterilseymiş.
Yeni Başlayanlar İçin Postpartum Depresyon
Siyah Süt yayınevinin sayacına göre tam üçyüzüç sayfa. Alt başlığı malum, Yeni Başlayanlar İçin Postpartum Depresyon. "Okuma yöntemi" ve "önsöz"ü geride bırakınca yazar -nihayet dedirten bir yerde- yüzdoksanyedinci sayfada hamile kalıyor, ikiyüzkırdokuzuncu sayfada ise pospartum depresyon/postnatal depresyon ya da loğusalık anlatısına geçiyor. Bu ellidört sayfada yazarın deneyimlerine ulaşmak ne kadar mümkünse herhangi bir sağlık ansiklopedisinde, çok satan kadın/anne dergilerinde, şehirli eş dost sohbetlerinde ya da en kolayı arama motorlarından birinde tek tıkla edinilebilecek bilgilere ulaşmak da o kadar mümkün. Biraz matematik bize en iyi hesapla yazarın kitabının anca yüzde onyedi virgül devreden sekizbinikiyüzonyedisinde postpartum depresyondan bahsettiğini gösteriyor. Şimdi tekrar samimiyet sorunsalına dönmenin vakti geldi.
Kitabın her ortalama okurun dikkatini cezbedecek bir ürün olduğu tartışmasız aşikar. Ne de olsa Elif Şafak artık edebiyatımızın dünya nezdindeki markalarından biri. Kitabın sonunda yer alan özgeçmişinde de belirtildiği üzere romanları "dünyanın en önemli yayınevlerince" çevrilen nadide yazarlarımızdan. Üstelik yeni ve büyük yayınevinden (yeri gelmişken bu yeni ve büyük yayınevinin sık sık karşımıza çıkan tashih hatalarıyla yazarı hak etmediği bir kabalığa maruz bıraktığını da söylemeli) her köşe başında bulunabilecek ellibin adet basılmış merkezine anneliği alan otobiyografik bir roman..
Tüm bu afili sıfat, tanım ve durumlar satış stratejileri açısından anlamakta sorun çekeceğimiz taktikler değil elbette. Anlamakta asıl zorlandığım değişen koşullar ve anlatılar karşısında, bir kitabın sıradan bir pazarlama ürününe dönüştüğü halde hiçbir şey değişmemiş, asli olan edebiyat yapmakmış, kadın meselesine yeni çözüm, öneri ya da fikri canlılık getirmekmiş, sadece deneyim paylaşmakmış gibi geçmişten gelen bir dilin, kavramların, duruşun da bu stratejilere alet edilmesi. Alet bile denemez, biraz ondan biraz bundan misali tuzu, biberi, her nevi baharatı, pelesengi...
Kadın Meselesi ve Feminizm
Aynen aktarıyorum:
"Her sıfatın bir 'eş'i var bugün. Bu yüzden hep ikilemler aracılığıyla düşünüyoruz.
Ne var ki bu ikilemlerden daha olumsuz olan tarafı kadınlıkla, olumlu olan tarafı da erkeklikle özdeşleştiriyoruz. Birinin varlığı ötekini açıklamak ve meşrulaştırmak için kullanılıyor. Örneğin kadınları 'zayıf' kabul ettikçe erkeklerin "güçlü" olduğuna daha kolay inanıyoruz. Keza kuvveti ve kudreti erkekliğe atfettikçe, kadınların zayıf ve kırılgan olduklarını sanmak kolaylaşıyor. Her bir ikilemin yarısı öteki yarımı haklı kılmaya yarıyor. Cinsiyet rolleri büyük oranda bu tür ikilemler üzerine kuruluyor.
İşte bu malum ve meşhum* listeden birkaç örnek:
Erkek
Dişi
Etken
Edilgen
Kültür
Doğa
Gündüz
Gece
Akılcı
Duygusal
Rasyonel
İrrasyonel
Beyin
Beden
Dikey
Yatay
Hız
Durgunluk/oturmuşluk
Yapan
Yapılan
Özne
Nesne
Logos
Pathos
Öyleyse kadın olmak şu veya bu şekilde beraberinde edilgenliği, irrasyonelliği, duygusallığı getiriyor. Kadınlar hep bu sıfatlarla anlatılıyor, anlaşılıyor."
Yazarın Türkçe dilbilgisinden haberi var kuşkusuz. Paragrafta sıkça kullandığı fiillerin sonuna eklenmiş çoğul takıları, kendisinin de bu ikilemler vasıtasıyla düşündüğünü, özdeşleştirdiğini, kullandığını, inandığını, kolaylaştırdığını alenen bilmemizi sağlıyor; üstelik erkek egemen hakim dilin bile karşılaştırmakta tereddüt edeceği, utanç verici ikilemlerle: yapan/yapılan! Tablonun peşi sıra gelen önerme ise bir insanın düşünce sistematiğini anlayabilmekte hiçbir ipucu vermediğinden derinlemesine bir tahlil yapmakta elimi kolumu bağlıyor.
Sevgili Elif Şafak röportajlarında post-feminist perspektifinden bahsedip romanına "Kadın yazarların isimlerini ya erkek ismine çevirmek ya da 'cinsiyetsiz' kılmak istemeleri tesadüf değil. Doğrusu kadın yazarların kalemleri kadın yazar kalemleri hem erkek hem kadın kalmalı. İyi bir kadın yazarın yazısı ya tamamen aseksüel ya biseksüel olmalı..." gibi saçmalıkları koymakta sakınca görmüyor. Pek çok yerde kadın cinsinin hele bir yazar olacaksa eksikliklerini kapatmasının yolunu erkekleşmekte buluyor. Kadın ve erkek cinslerinden bahsederken; manifestosuna baskın kültürün bir bekaret ayracı ve baskısı olarak kullandığı "kız" sözcüğünü ya da TDK sözlüğüne göre yumurta oluşturan veya yavru doğuran (ikinci anlamıyla erkeği tarafından döllenecek biçimde oluşmuş hayvan veya bitki) anlamına gelen "dişi" sözcüğünü insanın kanını donduran bir rahatlıkta kullanabiliyor. Erkek hep erkek! Ve sonunda insanı o soruyu sormaya zorluyor: Her şey bir yanlış anlama olabilir mi?
Siyah Süt'e dair tüm ithamlarımın ardında beni de meşgul eden bir sorudan kurtaramıyorum kendimi: "Hepimiz ne dediğinden ziyade demekte olmanın -bittabi satıyor ve okunuyor olmanın bilgisi dahilinde, kısır büyüsüne kendini kaptırmış bir yazarın halet-i ruhiyesinin istismarları olabilir miyiz?"
*meşhum: meş'um uğursuz
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
İzinsiz Gösteri'de yayımlanan yazılar ve görselller izin alınmadan ya da kaynak gösterilmeden kullanılamaz