Dünya tarihi boyunca, iktidarın ve otoritenin her türüne karşı olan, insanların otoriteden arındırılmış özgür bir toplumda yaşamaları gerekliliğini savunan ve bu yönde modeller üreten Anarşizm, Türkiye’de bağımsız bir siyasi mecra olarak görece yeni bir harekettir. Geçmişten bugüne (Osmanlı, hatta Selçuklu toplumlarından itibaren) süregelen ve iktidarla sorun yaşamış heteredoks dini hareketleri ve Baha Tevfik’in Felsefe-i Ferd’i gibi tekil örnekleri ayrı tutacak olursak, modern Anarşizm Türkiye’de 20. yüzyılın son çeyreğinde bireylerden, küçük gruplardan giderek bir harekete doğru dönüşmüştür. Hareketin “genel sol”dan bağımsızlaşma süreci halen devam etmektedir ve birçok boyutta, karmaşık bir olgu olarak yaşanmaktadır.
Geçen yüzyılın sosyo-ekonomik ve politik atmosferi içinde Türkiye’de kapitalist ekonomik ve siyasi yapıya, ilişkilere karşı muhalefet mutlak bir çoğunlukla sol-sosyalist çevrelerden yükseldi. Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet tarihi boyunca anti-kapitalist hareketin genel rengi “kızıl” oldu. Bunda tabii ki bir zamanların “dünya sosyalist sistemi”nin merkezine (Sovyetler Birliği) komşu olmanın büyük etkisi vardır. Türkiye’de sosyalist hareketler Doğu’da ve Batı’da “komünist devlet”lerle çevrilmiş olmanın gücünü hissederken, aynı tablo Türkiye’nin siyasi iktidarına dehşet saçmış ve ülke içinde otoriter politikaların, askeri darbelerin, toplumun üzerindeki sınırsız tahakkümün gerekçesi olmuştur. 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin tamamen çözülüşü ve Rusya’da sistemin renginin tümden değişmeye başlaması tam bir şok etkisi yapmıştır. Bu konjonktürde sosyalistler bir anda dayanaklarını, sahip oldukları toplumsal proje örneklerini yitirmişlerdir. “Proletarya diktatörlüğü” olduğu iddia edilen rejim, proleterlerin iradesi de dahil edilerek ortadan kaldırılmıştır. Artık dünya “tek-kutuplu”dur ve Amerikan merkezli bir Yeni Dünya Düzeni ve küreselleşme olgusu tartışılmaktadır.
İşte uluslararası “düzen” bu yönde değişirken, sosyalistler ellerindeki örneği, somut modellerini yitirmiş ve yeni koşullara adapte olmakta sorun yaşarken, Türkiye’de anarşistler seslerini daha güçlü duyurmaya başladılar. Anarşizm için 90’larda yaşananlar bir şok değil, aksine beklenen bir gelişmedir. Anarşizm, bireylerin ve toplumların özgürlük içgüdüsüne inanır ve gücünü bu içgüdüden alır. Rusya’da da, milyonların iradesine, ihtiyaçlarına, beklentilerine ve umutlarına karşı bir sistemin bir gün çökmesi, anarşist perspektiften bakıldığında kaçınılmazdır. Asıl olan, “otorite ve özgürlük” arasındaki uzlaşmaz çelişkidir ve bu çelişki Rusya’daki totaliter iktidarı olduğu gibi Batı-tipi kapitalist sistemleri de ortadan kaldıracaktır. İşte bu anarşist görüşler, 1980’lerin sonunda ve özellikle 90’larda gençlik hareketi içinde gelişme imkânı buldular. Anarşistler, öncelikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentler olmak üzere üniversitelerde, liselerde hatta çalışan kesim içinde gelişmeye, bir siyasi hareket olarak olgunlaşmaya başladılar. Hareketin gelişimine bir yandan da Kara, Amargi, Ateş Hırsızı, Apolitika, Kara Mecmua, Özgür Hayat ve Anarşi gibi dergiler eşlik etti ve çoğu zaman hareketi oluşturan bireyler, gruplar, otonomlar ve kolektifler bu yayınların etrafında esnek tarzda örgütlenerek bir “network” oluşturdular. Anarşizm, siyasi etkinlikle ilk kez buluşanlardan çok, geçmişte Marksist gruplarda yer almış ve aradığını bulamamış kişilerden talep gördü. Tabii, kaçınılmaz olarak, Marksizm kökenli anarşistler birçok öğeyi, niteliği ve alışkanlığı beraberlerinde getirdiler. Bunlardan bir kısmı (mesela örgütlenme yetenekleri) hareketin gelişimine olumlu katkıda bulunurken, bir kısmı (şiddet eğilimi, otoriterlik) “Anarşist etik” açısından sorun oluşturdu.
Kapitalizm çehre değiştirirken, İmparatorluk, network toplumu, vs. tartışmalar sürüyorken solun bir kısmı hala eski retorikte ısrar ettiler ve anti-emperyalist, anti-faşist “demokratik devrim” mücadelelerine devam ettiler. Bu tür parti, grup ve çevreler toplumda özellikle gençlik arasında güç kaybettiler, ama kent yoksullarıyla belli bir bütünleşme sağladıkları ve varoşlarda birer otorite haline geldikleri söylenebilir. Solun başka bir kesimi ise bir reformasyon sürecine girişti: en tipik örnek belki de ÖDP oldu. ÖDP yöneticileri “parti olmayan parti” olduklarını ifade ettiler ve bu söylemle bazı anarşistleri de cezp ettiler. 1999’da Seattle’da WTO ve 2001’de Cenova’da G8 protestolarında büyüyen bir muhalif ses olduğu konusunda birçok kişiyi ikna eden “küreselleşme karşıtı” hareket, solun “Anarşizm benzeri” bir çehreye bürünme sürecine hız kazandırdı. İstanbul’da, belki de bu sürecin en tipik örneği Troçkist bir partinin kurduğu kültür merkezine Karakedi adını vermesi oldu. Sonuçta, Anarşizmin Kara Kedi’sinin sosyalistlerin güçlü kuvvetli pazıları olan proleterlerinden daha fazla genç aktivistleri etkileyeceğine ikna olmuşlardı.
2006’ya vardığımızda ise, geçmişte esen küresel rüzgârlar Anarşizm’in yelkenlerini doldurmuş olsa da, Türkiye’li anarşistler siyasi bir krizin içindedir. Her ne kadar Kaos Yayınları’nın ve kısmen de Ayrıntı, Metis, vd. ticari yayınevlerinin çeviri faaliyetleri Türkiye’de Anarşizmin öğrenilmesine ve yayılmasına katkıda bulunmuş da olsa, siyasi eylemlerin aynı kolaylıkla tercüme edilemeyeceği görülmüştür. Cinsiyetçilik, ekolojik sorunlar, tahakküm, gerontokrasi, vb. konularda çok geniş bir teorik birikimleri olan Türkiye’li anarşistler pratikte toplumun dışına düşmekte, kaçış alanları üretip orada var olmaya devam etmektedirler. En büyük başarı vicdani red eylemlerinde gösterilmiştir. Diğer alanlarda Anarşistler var olamamaktadır. Toplum, yolsuzluklardan ayrımcılığa, ırkçılıktan ataerkilliğe, namus/töre cinayetlerinden kitle kültürü kökenli yabancılaşmalara kadar bir yığın sosyal problem üretmektedir. Bunların birçoğu, otomatik olarak, sol tarafından kaba sloganlarla geliştirilmeye mahkumken, Anarşizm daha yaratıcı açılımlar üretebilecek background’a sahiptir, ama bu gerçekleşmemektedir. Önümüzdeki yıllar, Türkiyeli anarşistler için bir yol ayrımını gündeme getirecektir: ya Anarşizmin özünde var olan özgürlük tutkusunu, Bakunin’in ifadesiyle “yıkma hazzı yaratıcı bir hazdır”, mantığıyla somut sorunlar çerçevesinde açığa çıkarmak; ya da Türkiye’nin siyasal tarihi içinde kısa soluklu bir olgu olarak yerini almak ve giderek unutulmak…
Burada ve yazının genelinde sadece “sosyalist” veya “komünist” derken Marksist-sosyalistler kastediliyor.
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
İzinsiz Gösteri'de yayımlanan yazılar ve görselller izin alınmadan ya da kaynak gösterilmeden kullanılamaz