SAYI 107 / EKİM 2006

 

SİMGESEL SÖYLEM VE SÜRREALİZM ARASINDA
YERSİZYURDSUZLAŞAN İMGELER




M. Kubilay Akman
mkakman@mail.com



Ressam Deniz Bilgin’in (1956-1999) sanatı, maalesef sanatta, edebiyata, felsefede ve tüm diğer sosyal/entellektüel mecralarda Avrupamerkezcilik ve vülger yerelcilikler dışında alternatif, özgün üretimlerin nadiren görülebildiği ülkemizde ayrıksı nitelikteki karakteriyle kalıcı bir yer edinmeye aday gözüküyor. Genellikle aydının Doğu-Batı arasında sıkışıp kaldığı, yaratıcılığının bu iki paradigmanın antagonist konumlanmalarını aşamadığı Türkiye’de Bilgin’in yapıtları varolanı sorgulamak, eleştirmek ve yeni yollar aramak amacında olan genç ressamlar için önemli bir başlangıç noktası, belki de daha doğrusu, bir başlangıç için ayrı güzergâhların mümkünlüğünü kanıtlayan birçok çıkış noktaları sunuyor.



(Kış, Deniz Bilgin)

Ressamın çalışmaları farklı yaklaşımlarla ele alınıp okunabilir. Gördüğüm kadarıyla, bunlardan en çok yaralanılanı psikanaliz gibi duruyor. Psikanalitik yaklaşımın ötesinde Bilgin’in sanatını sanat tarihi ve akımlarıyla ilişkilendirerek değerlendirmek de denenebilir. Kişisel olarak, bunların hiçbirinin doyurucu sonuçlar vermeyeceğini düşünüyorum. Çünkü, ressam oldukça kapalı bir anlam evreni yaratmış ve maalesef yaptığı/yapmayı amaçladığı şeylere dair kendi yorumları, görüşleri, düşünceleri kapsamlı olarak yayınlanmış değil. Söz konusu olan daha çok ikinci ağızdan aktarımlar. Bunlar ise derinlikli çözümlemeler için yeterli bir malzeme sunmuyor. Ressamın yapıtıyla ilgili olarak sustuğu bu durumda bizatihi yapıtın “anlattıkları”nı dinlemek ve anlamaya çalışmak elzem oluyor.

Kişisel düşlerin/kurguların süzgecinden geçerek üretilmiş yapıtlarıyla Deniz Bilgin, bir yönüyle simgesel bir söyleme başvururken diğer yandan “sürrealistlik”  olarak tanımlayabileceğimiz imgeler yaratmıştır. Onun tümüyle simgeci bir ressam olarak adlandırılamayacağını düşünüyorum. Çünkü, sanatımda ince ince düşünülmüş, kurulmuş, gönderimleri açık simgeler bulunmakla beraber çalışmalarının genelinde, gerçeklikten tıpkı pür sürrealistlerin yaptığı gibi bilincin dışına doğru kaçış çizgileri şeklinde beliren yollar da yer alır. Tematik ve biçemsel  açıdan bakıldığında, Bilgin’in yapıtının belirgin bir merkezi yada ilkesel bir programı yoktur. Bir merkezini yitirme süreci, imgelerinin yersizyurdsuzlaşması eşliğinde gerçekleşir. Aslında onun hayatı boyunca eğitimi, işi veya ailesi ile ilgili nedenlerle sürdürmüş olduğu seyahatler yersizyudsuzlaşmanın sosyal boyutunu/temelini oluşturur. Kuşkusuz sanatçının Türkiye, İngiltere, Singapur, Endonezya ve dünyanın diğer köşelerinde gerçekleşmiş olan devinimi bir göçebe entellektüelin söylemini zenginleştirmek için ihtiyaç duyduğu çok önemli kaynakları sunmuştur ona. Söz konusu olan sentez değildir. Bilgin’in sanatında modern Batı resminin, Türk nakışçılığının ve Güneydoğu Asya geleneksel sanatlarının beraberliği, “yan yana” ve “farklı” olma halidir. Belki de bu kültürel kaynaklar, onun resminde tuhaf yaratıkların dudaklarıyla birbirlerine sırıtırlar

Her figürün farkında göründüğü ve bütünlediği, bizler için oldukça kapalı bir niteliği bulunan absürd resimsel atmosferde kadın olmak, kadın ve erkek arasındaki bağıntı, cinsel simgeler ve bu simgelerin birer bilmece gibi gizlenmesi etrafında da bir inceleme yapılması gerekir. Bilgin’in resmettiği kadın imgelerinin ikili bir varoluşu, parçalanmış zıt kişilikleri var gibidir. Yüzlerinin yarısı aydınlık yarısı karanlıktır ( Defter dergisi kapak resmi, sayı:26); o, bir elini karşısındaki erkeğe uzatırken diğer eli başka bir yöne uzanmıştır. 1992 tarihli isimsiz çalışmasında onun kadının “ikileşmesi” teması üzerine en ilginç örneklerden birini görürüz. Burada kadının bir eli dans etmek üzere yalın bakışlı, mütevazı ve çelişkilerden azade bir erkeğe yönelmiştir. Bu el ve kol iyiliğin ve arılığın simgesi olan beyaz renktedir. Diğer el ise (siyah) arkada, farklı bir senaryonun parçasıdır. Bu, ilk bakışta görünen. Biraz sonra, aslında kadının bedeninin iki ayrı bedenden (ve ruh) oluştuğunu fark ederiz. İki başın dudakları birleşmiştir ve bütünsel olarak bir kalbi andırır. Sağdaki beyaz elin sahibi olan kadına (yada ‘bir’ olan kadının bu yarısına) ait olan baş kırmızı iken (aşk?) diğer baş siyahın temsil ettiği karanlık düşünceler içindedir. Sağdaki beden de ağırlıklı olarak beyazdır. Soldaki kadının alt yarısı ise kırmızıdır (şehvet?). Kadın ister aydınlık ve arı, ister karanlık ve şehvetli yarısının koşulladığı şekilde davransın, sevdiği gerçekte kendisidir. Her iki yarısı dudak dudağadır, kendi kendine öpüşmektedir (narsizm).

Deniz Bilgin’in yapıtlarında cinselliğin kötülük ve ölümle ilişkilendirilmesi baskın bir tema. Bedenin baştan özerkleşip ayrı bir “özne” gibi varolması sanatçının sıklıkla yinelediği bir fikirdir. Mesala 1997 tarihli “Kırmızı” adlı kâğıt üzerine guaj çalışmasında cehennemi andıran kırmızı ağırlıklı bir manzara içinde bedenlerin başları alevler gibi yanarak savrulurken gövdeler vajinayı merkez alan bir yoğunlaşmayla beliriyorlar. Sağdaki masalsı figürün ve elinden uçurduğu yaratığın nasıl yorumlanabileceği ise, burada ressamın bütünüyle kapalı şifrelerinden biri söz konusu olduğundan yanıtı öyle kolayca verilebilir bir soru değil. Defter dergisinin 29. sayısının kapağında yer alan birçok cinsel imgeden biri, soldaki kadın figürü, bedenin baştan özerkleşmesi temasına verilebilecek bir diğer örnek. Bu kompozisyonda, bir elinde kırmızı diğerinde yeşil bir top (veya meyve) tutan kadının bedeni göğüsleri baş, kalçaları omuz olacak şekilde ayrılmıştır. Resimde, bütün olarak baktığımızda kadının vajinasına denk düşen noktanın kurgusal özerk-gövde-kadın’ın tam da göğsünün merkezine gelmesi sanırım rastlantısal değildir. Tarihsiz ve isimsiz bir çalışmasında figürize edilen bir yılanın bacakların arasından girmesini, hayvanın gözlerinin içine girdiği insanın gözlerinin yarısını oluşturmasını ise cinselliğin günah ve kötülükle ilişkilendirilmesi ve insani öznelerin hayata bakışını yarı yarıya koşullaması şeklinde açıklama eğilimindeyim. Dikkat edilmesi gereken ilginç nokta, figürün cinselliğin (yani yılanın) etkili olmadığı tarafındaki eli, ki burada özgür iradeyi temsil ettiği söylenebilir, yerinde duruyorken, diğer tarafta elini kolunu yitirmiş, tümden teslim olmuştur. Yılanın hakim olduğu yanıyla insan artık belirleyici değildir. Baktığında, bakan da dışarıdan gelip bedenin içine giren cinsel kötülüğün ta kendisidir.



(İsimsiz, Deniz Bilgin)

Psikolojiden çok beden sosyolojisiyle alâkalandırılması mümkün gibi gözüken Deniz Bilgin’in yapıtlarındaki “cinsellik” temasına dair verilebilecek sayısız örnekten burada ele almak istediğim sonuncusu Defter dergisinin 4. sayısının kapak resmidir. Resimde, bacakları iki yana açık olan kadın bedeninin içine doğru bir ırmak akmaktadır. Irmağın üzerinde bir tekne dalgaların da işaret ettiği gibi kadının bacakları arasında kaybolmak üzere seyretmektedir. Tekne beyaz, sular canlı bir mavi ve kadın olması gerektiği gibi ten rengindedir.

Heteroseksüel cinsel yaşantıları sembolize ettiği düşünülebilecek bu resimde cinselliğin ırmağı kıyısında iki ayrı/zıt olgu onunla ilişki içinde kurgulanmıştır. Resmin üst yarısında selvileriyle, mezar taşlarıyla bir mezarlık (ölüm) alt yarısında ise yeşillikler içinde bir kule (hayat) yer almaktadır. Her iki alanın da ağaçları sularını aynı ırmaktan alırlar. Cinsellik hayatın köklerini beslediği kadar, aynı doğallıkla ölüme de yönelir, onu arzular. Bu bağlamda, Georges Bataille’ın Eros’un Gözyaşları’nda söyledikleri anımsanabilir. Aşk veya cinsellik daima ölüme dair, ölümcül, ölümü arayan bir duygu veya itkidir. Cinsellik ve ölüm ta Lascaux Mağarası’ndaki resimlerden bu yana beraberce işlenen, imgelenen iki öğedir.

Ne var ki, tekrar, daha dikkatli bakıldığında Deniz Bilgin’in bu çalışmasında çok önemli bir ayrıntı daha görülecektir. Beyaz geminin yelkenleri sadece vajinanın içine doğru akan yönde değil diğer yönde de rüzgârla doludur. Bu nasıl açıklanabilir? Rüzgâr nereden kaynaklanmaktadır? Diğer yön nereye işaret etmektedir? Resmin görünen sınırlarının dışında, solda neyin yer aldığı kurgulanmıştır? Birçok soru sorulabilir, birçok çıkarım yapılabilir. Bu yazıda, ressamın yapıtlarının olası anlam örgüleri hakkında daha fazla söz söylemek istemiyorum. Bunlar, daha kapsamlı başka bir çalışmanın çıkış noktaları olabilir. Göstermeye çalıştığım şey şu: Deniz Bilgin’in sanatı bütünüyle, salt kişisel dürtülerle üretilmiş, herhangi bir mantıksal yapıya tekabül etmeyen, keyfi çalışmalardan oluşmuyor. Evet, bu tür yapıtlar var. Ama, örtük bir öyküleme üslûbuyla resmedilmiş çalışmalar da var ve bunlar çoğunluğu oluşturuyor.

Sanırım, önümüzdeki yıllarda plastik sanatlar dünyamızın önemli gündemlerinden birini Deniz Bilgin’in sanatının anlamsal ve estetik boyutuna dair tartışmalar teşkil edecek. Ressamın yapıtına dair tartışmalar ilerledikçe farklı disiplinlerde entellektüellerin katılımıyla, eldeki yazılı belgelerin yetersizliğine rağmen, bu simgesellik ve sürrealite arasında beliren anlam evrenini kavramak yönünde oldukça yol kat edilebilir. Bu bir olasılık. Bir diğer olasılık ise, tartışmasız sahip bulundukları sanat değerleriyle Deniz Bilgin’in yapıtları kalıcı bir yer edinirken, onların zaten üzerlerini çevreleyen karanlık örtülerin daha da kapanmasıdır. Bu, Bilgin’in sanatının Türkiye “standart”larını aşan değerinden bir şey kaybettirmese de, sadece görsel bir keyif almakla yetinmeyip, sanatçıyı ve sanatını kavramayı amaçlayan alımlayıcılar için pek de tercih edilebilir bir durum değil.



(Minareden At Beni İn Aşağı Tut Beni, Deniz Bilgin)

 

 

 

 


>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
İzinsiz Gösteri'de yayımlanan yazılar ve görselller izin alınmadan ya da kaynak gösterilmeden kullanılamaz