1970’li yıllar Türkiye için ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bir dizi çalkantıyla yüklüydü. Batılı kapitalist tekellerin (otomotiv, elektronik vd.) ürünlerini montaj üzerine kurulu bir sanayileşme, askeri müdahalenin ardından geçilen aksak “demokrasi” sürecinde koalisyonlarla parçalanmış bir siyasi arena ve yerellikten küreselliğe, küresellikten yerelliğe doğru uzanan, kırılan kültürel yaşantılar… Bir yandan karanlıktan çıkış için umut ışıltıları gözükmekte, öte yandan insanı ve insani değerleri kuşatan yabancılaşmanın boğuculuğu yayılmaktaydı.
Adalet Ağaoğlu, bugün bize sis perdelerinin arkasından, siyah beyaz fotoğraflardan ve sararmış gazete kupürlerinden görünen bu dönemi bir gurbetçinin tanıklığıyla anlatıyor. Üstelik, iyi niyetli okuyucunun özdeşim kurabileceği olumlu bir karakter yaratmıyor. Yarattığı tip, kelimenin tam anlamıyla bir “anti-kahraman”. Onu örnek alamıyor, bundan da öte eylemlerinden rahatsız dahi olabiliyoruz. Fakat yüzümüzü dönüp gerçek dünyaya baktığımızda Bayram’a benzeyen, değerlerini ve temel insani duygularını yitirmiş, yabancılaşmış bireylerin yüzlercesiyle karşılaşabiliyoruz. Ağaoğlu’nun yarattığı karakter bir ayna gibi bizleri, kapitalist toplumun küçük, “rasyonel” hesaplar içinde kaybolmuş insanlarını yansıtır. Belki de tüm rahatsızlığımız ve tedirginliğimiz bu yüzdendir.
Fikrimin İnce Gülü 1975 yılının bir yaz günü, yedi saatlik zaman içinde geçer. Bayram Almanya’da BMW fabrikasında işçidir. Montaj hattında çalışır. Üç yılını verip, dişinden tırnağından artırdıklarıyla aldığı Mercedes’i ile (onun deyimi ile Balkız) memlekete dönmektedir. Bir günün sabahından akşamına süren yolculuğunda, geriye dönüşlerle geçmişi anımsamaktadır. Roman boyunca, bir metaya sahip olmak üzere harcanan bir hayatın hüzünlü tükenişine tanık oluruz.
Bayram’ın çocukluğu sefalet içinde geçmiştir. Öksüzdür. Amcası ona sahip çıkmış, babalık etmiştir. Daha çocukluk yıllarında Bayram, Eskişehir’in Ballıhisar Köyü’ndeki halkın bir Ford otomobille gelen AP yöneticisine gösterdiği abartılı saygıyı gördüğünde, onun gözünde “adam olmak” ile araba sahibi olmak eşanlam kazanır. Hayatın anlamını, sefaletten çıkış kapısını bulmuştur. Onun da bir otomobili olacak, yoksulluktan kurtulacak ve insanlar artık Bayram’ı “deloğlan” diye çağıramayacaklardır. Bu onun için öyle büyük, yüce bir amaç haline gelmiştir ki, sevdiği kız olan Kezban’ın da üzerinde bir anlamı vardır. Bayram amcasına olan vefa borcunu ve aşkını hiçe sayarak önce Polatlı’ya sonra Ankara’ya kaçar. Benzin pompacılığından oto tamirciliğine ve dolmuş şoförlüğüne kadar bir dizi işte çalışır. Sonunda Almanya’ya işçi olarak kabul edilip gider.
Ağaoğlu romanında iki ayrı anlatım tekniğini kullanıyor. Objektif anlatım (yazarın sesi) ve subjektif anlatımlar (Bayram’ın ve diğer karakterlerin iç sesleri). Bu iki teknik arasında esnek eklemlerle geçişler sağlanmış. Geriye doğru dönüşlerle bir arada ele alındığında bu romana dinamik bir yapı kazandırıyor. Yedi saat boyunca, sağa sola konan “meraklı böcek” in gözü ise yazarı sembolize ediyor ve bir Brechtyen yabancılaştırma efekti etkisiyle metinle aramıza bir uzaklık koyup eleştirel mesafemizi koruyor. Aslında Bayram’ın özdeşim kuramayacağımız kadar olumsuz niteliklere sahip olmasının da epik tiyatro kuramıyla dolayımlı bir bağını kurabiliriz.
Bayram Bulgaristan-Türkiye sınırından girmek üzereyken Franz Lehar yazılı gömleği, yeşil şapkasıyla müthiş bir özgüvene sahiptir. O bir Mercedes sahibidir ve çevresinden bu nedenle bir saygı bekler. Ama gümrük görevlileri için o her gün binlercesi geçen gurbetçilerden biridir, sıradandır. Bunu kanıksayamaz, kanıksamak istemez. Bu arada Münih’ten arkadaşı Veli ve ailesi de eski Ford Taunus’ları ile ülkeye girmek üzeredirler. Arabaları abartılı yükün altında ezilmektedir. Bir televizyonu Bayram’dan arabasına almasını rica etmişlerdir, ama o bunu reddetmiştir. Balkız’ını gereksiz yüklerle yıpratmak istemez. Hatta Almanya’dayken yakınlaştığı Solmaz adlı kadını dahi Türkiye’ye gelirken arabasına almak istemez. Hiçbir yakınına, yük olmasın diye armağan dahi götürmemektedir.
Veligil, gümrükte yaşadıkları sorunu küçük miktarda bir rüşvetle çözer. Genç ve idealist bir memur dışında herkes, değişik boyutlarda rüşvet batağına saplanmıştır.
Bayram yol boyunca, üzerinde Güldenhouse yazılı bir kamyonetle uğraşıp durur. Kamyonet sürekli üzerine gelir, onu sıkıştırır yada yol vermez. Sınırı geçince Bayram kamyoneti polislere şikayet eder. Geçerli bir suçlama yapamayınca ceza ödemek zorunda kalır. Bu onu çok rahatsız eder. Almanya’da bir yabancı olarak o nasıl bir uygulamaya maruz kalıyorsa, burada da o bir benzerini kamyonet sürücüsüne yaşatmak ister ama başaramaz. Bir de Mercedes’inin yıldızının çalınması ve stop lambasının camının düşmesi iyice sinirlerini bozar. Bu küçük hasarlar içinde derin yaralar açmaktadır.
Askerlik anıları onu rahat bırakmamaktadır. Diyarbakır-Siirt Sıkıyönetim Komutanlığı’nda jip şoförlüğü yaptığında siyasilere yapılan baskılara tanık olmuş, hatta üstleri emretmediği halde keyfi olarak kimilerine vurmuştur. Geçmiş günlerin bu kara gölgeleri sürekli üzerine vurmaktadır. Askerlik günlerinde giderek vicdanını teslim etmiştir ve bunun etkisini ömrü boyunca üzerinde hisseder.
Hızla karayolunda ilerlerken Veligil’in Taunus’unu yolun dışına savrulmuş, parçalanmışken görür. Münih’te karşılıksızca ona yardım eden, sıcak davranan yegane insan Veli’dir ve o, şimdi bu arabadan ya yaralı ya ölü çıkmıştır. Yavaşlamaz, durmaz. Kazanın sonucunda ne olduğunu arayıp kimseye sormaz. Onun akşam saatlerinde Ballıhisar’a yetişmesi ve kahvenin önünde oturan köylülere hava atması gerekmektedir. Bu her şeyden daha önemlidir.
Kezban’ı yıllarca ümit vererek peşinden koşturmuş, ama onunla nişanlanmamıştır. Almanya’dayken amcasının hasta olduğunu, Kezban’ın ise Beyşehirli bir balıkçıya varmak üzere olduğunu duymuştur. Buna ihtimal vermez. Nasıl olsa Mercedes’ini gördüğünde Kezban ona bir kez daha vurulacaktır.
Bayram Ankara’da oto tamirciliği yaparken Kezban da onun peşinden gelmiştir. Ağabeyi İsmail’in yanında kalır, evlere temizliğe gider. Arada Bayram’ın çalıştığı atölyeye de gider. Bayram ona bir çay yada simit ısmarlamayı dahi çok görür. Bir otomobil satın alma hayaline onu uzaklaştıran her türlü harcamayı gereksiz bir lüks olarak görmektedir.
Kezban ona bir plak hediye etmiştir. Bu plaktaki şarkı şöyle der:
Fikrimin ince gülü / Kalbimin şen bülbülü
Fikrimin ince gülü / Kalbimin şen bülbülü
O gün ki gördüm seni / Yaktın ah yaktın beni…
Kezban’ın “fikrinin ince gülü” Bayram’dır, ama Bayram’ınki bir otomobildir. Şimdi Ballıhisar’a dönerken de bu şarkıyı dinleyip durur.
Yalova’ya giden feribota biner orada çarptığı ve üzerine çay dökülmesine neden olduğu kadından özür diler, onu Balkız’ına davet eder, Bursa’ya kadar bırakmayı önerir. Ayfer önce naza çeker ama sonra öneriyi kabul eder. Bu biraz da barbar olan Alamanyacı onun için iyi bir kısmet gibi görünür. Bayram vapurdan inmeyi beklemeden, Ayfer daha yanındaki koltuğa oturur oturmaz yılların açlığıyla saldırır. Tacize uğrayan kadın çığlıklarla kaçar. Bayram tüm vapura rezil olur. Bursa’ya giderken Balkız’a iyice yabancılaşmıştır. Arabanın susturucusu patlar, Bir kamyon taş sıçratır ve ön camı kırılır. Kamyoncuyla kavga eder ve yaralanır. Şimdi tam bir ikilem yaşar. Balkız birkaç saat önce, Ballıhisarlıları nasıl büyüleyeceğini hayal ettiği görünümünden çok uzaktır. “Acaba köyüme gitmekten vazgeçip Bursa’nın kaplıcalarında paramın yettiğince bir tatil yapmalı mıyım?” diye düşünür. Sonra, son bir güçle köyüne doğru yoluna devam etmeye karar verir. Kezban’ı ve ölmeden önce amcasını görecektir.
Üç yıl öncesinden boğuk bir anı peşini bırakmamaktadır. Kezban’ın akrabası olan İbrahim ile Ankara’da karşılaşmıştır. İbrahim ona Almanya’ya gitmek üzere olduğundan, tüm işleri hallettiğinden, sadece birkaç gün sonra alacağı sağlık raporunun kaldığından bahsetmiştir. Bayram onu çok kıskanır. Yine de yardımcı olabileceğini, sağlık raporunu kendisinin alıp yollayabileceğini söyler. Bir laboranta rüşvet vererek İbrahim’i çürüğe çıkarır ve onun sırasını kaparak Almanya’ya gider. Tüm acımasızlığına rağmen bu eylemini kendi içinde haklı çıkarmaktadır. Ve köye döner dönmez İbrahim’i kuzu çevirme yemeye götürecektir. Böylelikle (bu cimri Bayram için büyük bir harcamadır) günahının kefaretini ödemeyi planlamaktadır.
Sivrihisar’a çok yaklaşmışken, karşısına çıkan biçerdövere çarpmamak için şarampole yuvarlanır. Artık Mercedes’i iyice bozulmuş, ön tampon göçmüştür. Adeta Bayram’ın üzerinde yol boyunca dolanan lanet –yada İbrahim’in ahı- son sözünü söylemiştir.
Her şeye rağmen yola tekrar çıkar. Köyünün girişinde Pesinnus yazılı bir tabela görür, anlam veremez. Yollar genişlemiş, çiftçilik ve hayvancılık yerini küçük mozaik, tuğla, çimento, kireç fabrikalarına bırakmıştır. Traktörler görür. Bunlar en az bir Mercedes kadar pahalı araçlardır.
Ballıhisar’a yaklaştıkça yüreğinde tüm ümitsizlik tortularına rağmen küçük bir ışıma belirir. Belki, oraya varınca her şey düzelebilir.
Köyün girişindeki yeni yapılmış çeşmeden su içer. Bu arada, bir koyun sürüsü su içmeye gelir. Başlarında genç bir çoban vardır. Bayram çobanla konuşmaya başlar.
Genç çoban Kezban’ın yeğenidir. Kendisini Afyonlu olarak tanıtan yabancıya korkunç haberler verir. İbrahim iki yıl sonra Bayram’ın ihanetini öğrenmiş ve büyük bir acıyla çökmüştür. Kardeşi bildiği insanın kalleşliği ona dayanılmaz gelir. Bundan bankada hademe olarak çalışan Kezban’a bahseder. Kezban bankanın orta yerinde bir küfür savurur ve bu nedenle işten atılır. Amcasının oğlu Remzi ile birlikte Bayram’ı “deyyus” olarak adlandırır. Amcası da ölmüştür. Geride sadece onu aşağılık bir yaratık olarak gören insanlar vardır. Kezban Beyşehirli balıkçıyla evlenmiştir.
Artık, yedi sekiz saat önce yeni olan Mercedes’i bir hurdaya dönmüştür. Bu hurda anca onu Münih’e geri götürmeye yeter. Ballıhisar’dan geri döner, dörtyol ağzına gelir. Kararsızdır, hangi yönü seçeceğini bilmeden dörtyol ayrımında bekler. Hiçbir yöne sapmayı gözü tutmaz, canı çekmez. Çünkü, hiçbir yolun ucunda kimse Bayram’ı beklememektedir.
* * *
Bütünüyle ele alındığında Fikrimin İnce Gülü bir gencin meta kültürünün girdabında kendini ve tüm hümaniter değerlerini yitirişini anlatır. Akrabalarından, dostlarından, sevdiklerinden bir bir kopan Bayram tüm hayatını Mercedes’e sahip olabilmeye endeksler. Oysa bu Mercedes onun çıkışı olmayan tuzağıdır.
Burada, henüz ekonomik şematizmle yaralanmamış genç Marx’ın yapıtı 1844 Elyazmaları’nı anımsamamız yararlı olabilir. Marx’ın önermesi kapitalist toplumda insanın çalışma sürecine, çevresine, doğaya ve metaya yabancılaştığı yönündeydi. Bayram örneğini “yabancılaşma kuramı” çerçevesinde anlayabiliriz.
Çalıştığı BMW fabrikasında önünden akan seri üretim bandı onun emek sürecini anlamsızlaştırmaktadır. Doğadan ve toplumdan kopmuştur. Kurtuluş ışığının imgesini dahi daha elde edemeden yitirmiştir. Artık kurtuluş eylemini de ancak bir metaya ulaşarak gerçekleştirebileceğini sanmaktadır. Ancak bu metaya yaklaştığı oranda insanlardan uzaklaşmakta; ona değer verdiği oranda tüm insani, etik değerler gözünde anlamını yitirmektedir. Mercedes’i kırılacak, dökülecek, dağılacak bir nesnedir. Bunu görmek istemez. Ve araba hasar görmeye başladığında kurduğu tüm sosyal hayaller de bir bir yıkılır. Çünkü bütün kurgularını kırılgan bir metanın getireceği statüye dayandırmıştır.
Bayram karakteri bize aşırı uç bir örnek gibi gelebilir. Hayır, ben eşyalara, nesnelere böylesine abartılı anlamlar yüklemiyorum diyebilirsiniz. Yaşantınızda sizi kuşatan metalara bakın ve bunların hangilerinden mutlak anlamda vazgeçebileceğinizi kendi kendinize sorun. Yara göründüğünden daha derindir. Metalar her yanımızı sarmalamış durumdadır, ve biz onların esareti altındayız.
Adalet Ağaoğlu her birimizin şu yada bu oranda içinde bulunduğu girdabı bir “tragedya” sarsıcılığında, başarıyla anlatıyor. Zamana ve kişilere göre, fikirlerimizin “ince gül”leri değişebilir. Ama, bunlar birer tüketim nesnesi olduğu sürece özgürlüğümüzden alabildiğine uzağız demektir.
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
İzinsiz Gösteri'de yayımlanan yazılar ve görselller izin alınmadan ya da kaynak gösterilmeden kullanılamaz