SAYI 103 / EYLÜL 2006

 



İNT
İHAR
Nurettin Çalışkan
30 Mayıs 1832 günü sabahın erken bir saatinde şafak sökerken, iki genç bir meydanda buluştular. Ellerinde tabancaları ile sırt sırta verdiler ve ters yönlerde hareket etmeye başladılar. Yirmi beş adım saydıktan sonra ortalığın sessizliğini bir tabanca sesi bozuyordu.Genç adam yere yığıldı, karnından vurulmuştu. Diğerleri onu düştüğü yerde bırakıp meydandan uzaklaştılar. Yaralı halde meydanda yatan genci çok sonra oradan geçen bir köylü fark ediyor ve hastaneye götürüyordu. Ölüyordu genç adam, karın zarı iltihaplanmıştı. Öleceği anlaşılan gence papaz önerdiler. Genç, papazın son hizmetlerini kabul etmiyordu. Aileden tek haberdar edilen kız kardeşi gözyaşları içinde koşarak hasta haneye yetişiyordu. Genç, kalan bütün gücüyle kardeşini teselli etmeye çalışıyordu. >>>

11 EYLÜL ÜZERİNE TARTIŞMALAR M. Kubilay Akman
11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’nin, adeta küresel kapitalist ekonominin sembolü haline gelmiş İkiz Kuleleri’ne yapılan saldırı, Ortadoğu’da binlerce insanın ölümüne neden olan çatışmaların, aynı acımasızlıkla Amerika’ya da sıçramasını gündeme getirdi. 11 Eylül ardından siyaset biliminden sosyolojiye kadar bir dizi alanda iddialı tartışmalar başladı. Kimilerine göre bu dünya tarihinde büyük bir kırılma noktasını işaret ediyordu. Artık hiçbir şey “eskisi gibi olmayacak”tı. Sanırım, yaşananların en önemli ve ilginç yanı bir “demokrasi” perdesiyle örtülmüş Amerikan sisteminin faşizan doğasını açığa çıkarmış olmasıdır . >>>

THE ONLY STORY I AM SURE THAT IS REAL: Power of the personal narratives in Conflict Resolution Neşe Yaşın

Once upon a time there was a very smart, intelligent and handsome woolf. He was hungry for a long time and he wanted to eat. While he was wandering in the forest he saw a piece of food approaching him. This was a little girl dressed in a red cape wearing a red hat . She was holding a basket. He immediately made his plan.: to approach the little girl and start talking to her. The girl told him that she was going to see her sick grandmother living at the other end of the forest. He said good bye to her and rushed to the grandmother’s house before her....>>>

KADIN VE ŞİDDET-1 Zehra Koç
Şiddet, kanunlara uymamak, kişiye zarar vermek, hakaret etmek, onurunu kırmak, huzura son vermek; birinin hakkını çiğnemek, hırpalamak, incitmek, canını acıtmak için zor kullanmak; yıkıcı davranışlarda bulunmak, aşırı derecede öfke göstermek şeklinde tanımlanıyor. Şiddet bir canlıya iradesi dışında uygulanan bir davranış biçimi. Manevi baskı uygulamaktan, fiziksel baskı uygulamaya, hırpalamaya, zor kullanmaya, işkence yapmaya, hatta öldürmeye kadar varan biçimleri mevcut. Bu davranış kişisel iktidarın kullanımından, kurumsal iktidarın kullanımına kadar, geniş bir yelpazede kendini gösterebiliyor
... >>>

SİBEL K. TÜRKER VE “ŞAİR ÖLDÜ”
Tülay Akkoyun
"Şair öldü”, öyküleriyle tanıdığımız Sibel K. Türker’in ilk romanı. İsmet Özel’in bir şiirinden alıntıyı koymuş romanın başına.“…/Bize ne başkasının ölümünden demeyiz / çünkü başka insanların ölümü /en gizli mesleğidir hepimizin/ başka ölümler/ çeker bizi/ ve bazen başkaları/ ölümü çeker bizim için/ …” Babasız büyüyen 2 kızkardeşten erkek ismi taşıyan Ersin’in depresif kişiliği ile yaşa-ölüm sorgulanır. Şiirler yazan Hukuk Fakültesi öğrencisi genç kızın, ablasına gösterilen aşırı ilgi yanında, kendisinin doğumundan itibaren ihmal edilmişliği ile depresif bir yapıya sahip olduğu belirgindir.... >>>

NietzscheMETA GİRDABINDA KAYBOLMAK M. Kubilay Akman
1970’li yıllar Türkiye için ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bir dizi çalkantıyla yüklüydü. Batılı kapitalist tekellerin (otomotiv, elektronik vd.) ürünlerini montaj üzerine kurulu bir sanayileşme, askeri müdahalenin ardından geçilen aksak “demokrasi” sürecinde koalisyonlarla parçalanmış bir siyasi arena ve yerellikten küreselliğe, küresellikten yerelliğe doğru uzanan, kırılan kültürel yaşantılar… Bir yandan karanlıktan çıkış için umut ışıltıları gözükmekte, öte yandan insanı ve insani değerleri kuşatan yabancılaşmanın boğuculuğu yayılmaktaydı.
Adalet Ağaoğlu, bugün bize sis perdelerinin arkasından, siyah beyaz fotoğraflardan ve sararmış gazete kupürlerinden görünen bu dönemi bir gurbetçinin tanıklığıyla anlatıyor ... >>>


PORNOGRAFİNİN YAPAYLIĞI -
2 Can Başkent
Geçtiğimiz Geçen ayki yazıdan devam edelim. Önceki yazıda, pornografinin yapay olduğunu, ve de bu yapaylığın farkında olmanın pornografi eleştirisinde çok önemli bir kıstas olması gerektiğini vurgulamaya çalışmıştım üstü kapalıca. Zira, taraflardan birinin rızası olmadan ya da taraflar reşit olmadan pornografi tasarlamak, yasadışılığın ötesinde ahlak felsefelerinin büyük bir kısmına göre kabahattir (Antik Yunan'ı ne yapacağız peki). Dolayısıyla, bu sefer biz de muhafazakar pornografi eleştirmenlerinin yolunu takip edelim, ve yaş sınırını koyalım. Yaş sınırı koyarak, örtülü olarak tarafların farkındalığını tesis etmeye, ve de tüm tarafların -hangi motivasyona bağlı olursa olsun- rıza gösterdiğini kabul etmiş oluyoruz.  >>>

SİYAHİ SANAT AKIMI'NIN (BAM) TARİHSEL KÖKENİ
Kalamu ya Salaam
(Translated by: Elif Taşkan)
Lasse Hallström’ün yönettiği, Joanne Harris’in romanından uyarlanan Çikolata (Chocolat), 1959 Fransa’sında, koyu katolik boğuculuğun ve ölgün bir sükûnetin hüküm sürdüğü köyle oluşan sosyal-mekânsal fonda haz ve baştan çıkarma olgusunun, insanların erteledikleri veya yüzleşmekten korktukları yitik mutlulukların varoluşunu tartışıyor. Film gösterdikleri kadar göstermedikleriyle de tartışılmayı, üzerinde durulmayı hak ediyor. Öykü, belediye başkanı mutaassıp Mösyö Le Comte’un ve köyün rahibinin merkezinde olduğu karanlık köy atmosferine yabancı bir kadın Vieanne’ın ve kızının katılmasıyla başlar. Köylüler kilisededir ve birkaç hafta kalan paskalya öncesinde yoğun dini duygular hepsinin ruhunu sarmalamıştır. >>>

ASSATA SHAKUR: ''KAÇAK BİR YİRMİNCİ YÜZYIL KÖLESİ''

Assata Shakur
(Translated by: Elif Taşkan)
Benim adım Assata (mücadele eden) Shakur (şükredici), kaçak bir 20. yy. kölesiyim. Hükümetin yaptığı eziyetten dolayı politik baskıdan, ırkçılıktan ve siyah ırka karşı Birleşik Devletler hükümetinin takındığı tutumun hüküm sürdüğü şiddetten kaçamaktan başka bir çare bulamadım. Eski bir politik suçluyum ve 1984'ten beri Küba'da sürgün hayatı yaşıyorum. Birleşik Devletler hükümetinin gücünün yettiğince beni suçlu göstermesine rağmen bir suçlu değilim ve hiç olmadım. Hayatımın çoğunluğunu politik bir aktivist olarak geçirdim. 1960larda birkaç harekette görev aldım: Siyah Özgürlük Hareketi, Öğrenci Hakları Hareketi, Vietnem Savaşı'nı Durdurma Hareketi. Kara Panter Partisi'ne katıldım. 1969'da Kara Panter Partisi, FBI'ın COINTELPRO programı tarafından hedeflenen bir numaralı organizasyon haline geldi. >>>

EVLİLİK METAFORU
Dalia Staponkute (Translated by: Elif Taşkan)
Şöyle söyledin: ''...Düşündüm ki ilişkimizin derin anlamı mektuplarda saklıymış...Özelmişsin gibi göründün...Sanki tek ve biriciktim, yerim doldurulamazdı ve sonsuza kadar hayatında tek ben olacaktım.'' (Duygunun dili banaldir; gerçi dilde banallikten başka hiçbir şey daha insancıl gözükmez.) Daha sonra yazılarına insanlara güvendiğinden daha fazla güvendiğini anladım. Yazdığın bir yazının yeri doldurulamazken insanın yeri doldurulabilirdi. Bir metin aynı kalırken insan değişir. Bir mektup. Bir söz. Bir etki. Bir neden. Bir tanık. İki insan sözcüklerle anlaşmaya başladığında bir çeşit üçüncü vücut aralarına girmiş olur...Bir baştan çıkarıcı ve bir hain. Mektuplar kendi içlerinde birbirlerini takip ettikleri gibi nesne olarak da birbirlerini takip ederler; yani bir nevi seri oluştururlar
. >>>

PORTEKİZ-GOA Bora Ercan
Kış güneşinin sıcaklığıyla giriyorum Lizbon’a. Avrupa’nın güneybatı ucu, sapa bir konum, Atlas okyanusu ile İspanya arasına sıkışmış bir ülke Portekiz: Akdeniz’e kıyısı olmamasına rağmen, en Akdenizli. Sokaklardaki insan çeşitliliği, erkek kalabalıklar, kestaneciler, dilenciler, ayakkabı boyacıları, deligonca satıcıları her şey çok aşina; görkemli anıtlar, denize açılan sokaklar, ince işçilikle işlenmiş binalar, şehre hakim bir tepede kale... bir zamanların yaşantısının günümüze uzantıları. Türkiye sorun çıkarınca koleksiyonunu bağışlayacağı bir yer aramış 20.yüzyılın en önemli simalarından Üsküdarlı Gülbenkyan, İstanbul’a benzerliğinden dolayı da Lizbon’u seçmiş.... >>>

TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ VE GÜMRÜK BİRLİĞİ ANTLAŞMASI
Mehmet Somer Ünsal
Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 5 Mart 1995 tarihinde imzalanan Gümrük Birliği Antlaşması aradan geçen yaklaşık 10 yıllık süreye rağmen doğurduğu sonuçlar itibariyle Türkiye – Avrupa Birliği ilişkilerinde önemli bir kilometre taşıdır. Konu 2005 tarihinde başlayacak müzakereler kapsamında Kıbrıs başlığı altında tekrar gündeme gelmiştir. Sonuçları aslında pek de beklendiği gibi olmayan Gümrük Birliği antlaşmasının ekonomik etkileri yanında siyasi sonuçları da önem kazanmaktadır. Bu çalışmada konu üç başlık altında sunulmuştur. Birinci bölümde Gümrük Birliği’nin Türkiye – Avrupa Birliği ilişkilerindeki yeri Ankara Antlaşması ve Katma Protokol çerçevesinde değerlendirilmiştir. >>>

ODTÜ TARİHÇE- 2 ÇALIŞMALARI (1980 - 2000) >>>>


12 EYLÜL SONRASI, ODTÜ'DE 1 MAYISLAR ...
İbrahim Akar
1980-81dönemi, ODTÜ'de hazırlık sınıfındayım. Hareketin ODTÜ sorumluluğunu üstleneli iki üç ay olmuş. ODTÜ'de örgütlülüğünü sürdüren sadece 3 hareket var. TKP, TP ve Hizip SGB olarak tanınan, TKP-B... Üçünün bir araya gelmesini sağlıyoruz ve düzenli görüşmeler yapıyoruz. Tüm çabalara rağmen, örgütlülüğünü sürdüren dördüncü bir yapı bulamıyoruz. Ancak bu sınırlılılığa rağmen, oluşturulan bu üçlü odak, yaklaşık 5 yıl süreyle ODTÜ'de bir dizi eylem gerçekleştirdi Bunlardan ilki, 1981 1 Mayıs'ında oldu. Herkes öylesine sinmiş ve hatta güvensizlik içine düşmüş ki, gizliden gizliye, sistem karşıtı konuşma yapan, hatta rengini ortaya koyan bile yok.
>>>




>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
İzinsiz Gösteri'de yayımlanan yazılar ve görselller izin alınmadan ya da kaynak gösterilmeden kullanılamaz.