SAYI 7 / 01 MAYIS 2004

 

BİR POPÜLER KÜLTÜR OLARAK TÜRKİYE’DEKİ ARABESK KÜLTÜRÜ ANLAMA ÇABASI:
POPÜLER KÜLTÜR VE ORHAN GENCEBAY ARABESKİ
 

Ali Pekşen

( 2 yıl önce yazılan ama yayınlanmayan bu metni,
Orhan Gencebay'ın yeni bir albüm çıkarması nedeniyle ve
popüler kültür tartışmalarına katkıda bulunmak amacıyla
yayımlıyoruz.)

Bu yazı, Meral Özbek’in doktora çalışması olarak yazdığı ve kitaplaştırdığı, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski 1 adlı çalışmasını incelemeye ve eleştirmeye yönelik olarak kaleme alınmıştır.

Her ne kadar Özbek bu çalışmasında ‘Orhan Gencebay arabesk müziğinin nasıl ortaya çıktığını, içeriği ve değişmesi konusunda bir çerçeve çizilmeye; arabeskin Türkiye’nin özellikle 1950 sonrası hızlanan ‘modernleşme’ sürecine nasıl bir anlam haritasıyla yanıt verdiğini, hem müzikal hem şarkı sözleri yapısı ve hem de toplumsal anlamı açısından bakılarak incelenmeye çalışıldığını söylese de, kitabın ilk bölümünün modernleşme, popüler kültür ve hegemonya konusunda, ister arabesk bağlamında düşünelim isterse ondan bağımsız düşünelim, özellikle Türkçe literatür için oldukça önemli bir kavramsal tartışmayı içerdiğini belirtmek gerekiyor.

Mazlumlara Dönüş Çabası: Sosyalist Bir Prespektifte Halka
Ait PopülerKültür

Arabesk gibi üzerinde çok konuşulmuş ama ‘bilimsel’ denebilecek çalışmalara çok da dahil olamamış, ya da dahil edilecek kadar ciddi
ve önemli bulunmamış; klasik Modernleşme kuramına dayanan, genellikle anlamaktan çok baştansavmacı, yoksayıcı, indirgemeci bir tavırla ve ‘dışardan’ bir gözle bakılmış bir konuyu; Kültürel Çalışmalar yaklaşımı içinden, eleştirel bir gözle, ‘mazlumlara dönme’
duyarlılığıyla ve bir ‘özgürleşme projesi’ kapsamında ele almış ve
farklı bir perspektif geliştirmeyi başarmış bir incelemeyle karşı karşıyayız.

Arabesk tartışmalarında yaygın ve egemen olan görüş, arabeski tartışırken genellikle ‘yoz’, ‘dejenere’, ‘zevksiz’, ‘kaderci’, ‘Arap müziği’, ‘ağlama kültürü’, ‘yanlış bilinçli’ gibi nitelemelere yaslanmakta, kimi zaman açıkça dile getirmese de arabeskin bir ‘kitle kültürü’ olduğu yönünde geniş bir uzlaşma sergilemektedir. Tabii buradaki ‘kitle kültürü’ kavramı dolaylı ya da dolaysız arabesk müziğin aslında sanat olmadığı anlamı çıkartılacak bir biçimde kullanılmakta2 ve böylece, Özbeğin de belirttiği gibi, kaderci bir söyleme sahip olduğu iddiasına dayanılarak, arabeskin hakim ideolojiye direnme ve özgürleşme niteliklerine sahip olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Oysa ulaşılan bu sonuç hem tehlikeli ve tartışmalı, hem de ileride görüleceği üzre tam tersi de iddia edilebilecek bir sonuçtur.

Hemen belirtelim ki, Özbek’in çalışmasının önemi sadece Arabesk kültüre ilişkin egemen yaklaşımları alaşağı etmesi, özgün, tutarlı ve kültürel tartışma alanında Türkiye’deki sosyalist perspektifi geliştirici ve zenginleştirici bir tavıra sahip olması değil; tüm bu tartışmaları bir tür turnusal kağıdı gibi kullanıp, özellikle Türkiye’deki Batılılaşmacı ve Modernleşmeci solun kültür tartışmalarındaki ‘seçkinci’, kendi varolmaları gereken politik ve ideolojik konumla çelişkili ‘duruşlarını’ sergilemesi ve bunları aşmaya yönelmesidir. Kendi değişiyle, popüler kültürü ve arabeski anlamada sağ ve solun kullandığı yüksek/alçak, hakiki/yoz gibi kendinden menkul ikilemlerin ardında hangi ortak varsayımların yattığını ve bunun olmazlığını göstermeye çalışmasıdır. Sol için bu durum ne yazık ki daha da vahimdir. Meral Özbek, ‘halk’ın önemli olduğunu ve kazanılması gerektiğini varsayan sol perspektifin, halkın kurucu öğelerinden biri haline gelmiş kentli halk sınıflarına ait bir kültürü, ‘kültürlü, aydınlanmış azınlık’ ile ‘cahil, yoz kaderci kitleler’ ikilemine dayalı bir çözümlemeyle küçümseyerek yoksaymasını çok şaşırtıcı bulmaktadır. ‘Halkın çeşitli kesimlerinin cahilliklerinden dolayı şu yada bu biçimde dışardan yola getirilmeye muhtaç olduğu’nu iddia eden buyurgan bir yaklaşımı sosyalist bir kültürel politikası olarak kabul etmiyor:


Yoksul kitlelerin kültürsüzlüğü ve onların sevdikleri şeylerin yozluğuyla uğraşmak yerine, insanları eşit ve özgür yaşamaktan ve bu dünyayı ve kendini tanımak ve geliştirmekten mahrum eden koşullarla, onların durduğu yerde, onlarla birlikte uğraşmayı seçen bir perspektif ve pratiğin sola yakıştığını düşünüyorum." (s.10)


Meral Özbek tam da bu noktada, kitabı boyunca ele alacağı temel yaklaşımları da içinde söylem olarak barındıran, haklı bir uyarıda bulunuyor:

Hiçbirşeyi değiştirmeden, mevcut olanı paylaşmadan başkaları adına yapılan her ‘yüksek kültür, sanat’ ısrarı, bunlara sahip olmadığı düşünülen kitleleri ikinci kez mahkum etmekten ve dahası mevcut hakim kültürel iktidarın ekmeğine yağ sürmekten öte gitmiyor. Çünkü halka ait olarak bildiğimiz popüler kültür alanı aynı zamanda hakim sınıfların at oynattıkları, egemenliklerini pekiştirmek için üzerinden mücadele verdikleri ve kazanmak istedikleri bir alan. Hakim sınıfların değer ve fikirleri, popüler duygu ve düşüncelerin içinde eritilerek, böylece de popüler alandaki direnme etkisizleştirilerek, yaygınlaştırılıyor. O halde hem boyun eğme hem de direnmenin çelişkisini taşıyan bu alan, soyalist politikalarla eklemlenerek kazanılması gereken çarpaşık bir mücadele alanıdır.” (s10-11)

Görüldüğü üzere, hakim bakışın aksine, popüler kültürü ‘yoz’ olarak değil ‘halka ait’ bir kültür olarak kabul ediyor. Popüler kültürü ne kapitalist kültür ile özdeş görüyor ne de tamamıyla ondan kurulmuş kabul ediyor; (Hall’a referansla) sürekli gerilim içinde duran, teslim olma ve karşı koymaya, eski yeni farklı tarzlara ait çelişkili öğeleriyle karmaşık olan ve kültürel iktidar ilişkileri ve mücadelesi çerçevesinde de sürekli değişen bir kültürel alan olduğunu belirtiyor. Orhan Gencebay arabeskini de böyle bir kültürel gerilim içinde değerlendiriyor.3

Popüler kültür kavramının Özbek’in çalışmasında benimsediği en önemli analiz kavramlarında birisi olduğunu da eklemeliyiz.


Arabeski Yeniden Anlamlandırma: Hem Direnmenin Hem De Boyun Eğmenin Alanı

Arabeskin genel kabul gören değerlendirmesi onu, gelenekselcilik ve modernizm arasında kalmış gecekondu kültürü olarak görmekte, toplumsal geçişin bunalmını yansıtan kültürel krizin ve uyumsuzluğun dile getirilmesi diye nitelemekte; arabesk müziği ise Türkiye’nin çarpık kapitalistleşmesinin yansıması olan yoz bir müzik olarak tanımlamaktadır.

Bu ortakduyusal değerlendirmeye örnek olarak Şenyapılı’nın Müzik Ansiklopedisi’ nde4 dile getirdiği görüşleri veriliyor. Şenyapılı’ya göre arabesk müzik, kentlerde yaşayan ve kır kökenli geniş yığınların, çevreye uyumsuzluklarının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Arabesk sadece bir müzik olayı olmayıp, kente göçen, kent yaşamıyla uyum sağlayamamış, kentlilerin ‘horlamaları’na, ‘küçümsemeleri’ne, ‘düşmanca tavır alışlar’ına ve ayrıca ‘işsizlik’e, ‘ekonomik yetersizlikler’e maruz kalmış kır kökenli nüfüsün kültürüdür. Kırdaki geleneksel ortamı kente taşıyan bu nüfusun kırsal değerleri bırakmamasının nedeni de bu uyumsuzluktur.

Özbek öncelikle bu değerlendirmelerde göze çarpan, toplumsal olgularla, kültürel ürünler arasında kurulan yansıtma ilişkisini eleştirmektedir. Hakim yorum tarzına göre arabesk geçiş toplumunun ürünü olarak, hem gelenekselin bozulmuş halini, hem de modern olamamış bir marjinalliği yansıtırken, kır kökenli uyumsuz kentlilerin (gecekonducuların) kültürel ürünü olan arabesk müzik ise, toplumsal geçişin bulanımını yansıtan bir kültürel bunalımın ifadesidir. Oysa Özbek, Hall’a referanla, ‘kültür’ ve ‘sınıf’ arasındaki ilişkinin ‘yansıma’ ilişkisi değil, bir ‘eklemlenme’ ilişki olduğunu söyleyerek bu değerlendirmeleri doğru bulmamaktadır.
(s. 22)

Bu noktada bir parantez açıp, ‘eklemelenme’ kavramının bu çalışmanın anahtar analiz kavramlarından birisi olduğunu belirtelim. Bu eklemlenme ilişkisine örnek olarak ANAP’ın arabesk ile ilişkisini vermektedir. Şöyle ki, 1969- 77 yılları arasında, büyük kentlerdeki gecekondulu seçmen CHP’ye oy verirken, 1983 yılıyla birlikte ANAP’a oy vermeye başlaması, o dönemde arabesk müziğin TRT’den yayınının yasak olmasına rağmen, iktidardaki ANAP’lı seçkinleri, seçim kampanyalarında arabesk şarkıları kullanması ve arabesk müziğe yasağın kaldırılması konusunu parti içinde tartışmasıyla arabeskin yananlamlarına ‘sağcı’ bir nitelik eklenmiştir. Ancak Özbek’e göre, arabesk zevk ile ANAP’a oy verme arasındaki ilişki, bütünüyle örtüşen ve birbirini tanımlayan bir ilişki olmayıp, belli bir tarihi bağlamda, siyasi-hukuki yaptırımların ve ideolojik hegemonyanın da belirlediği bir ilişkidir. (s 22) Bu noktada Özbek, yine Hall’a referans yaparak, can alıcı bir tespitte bulunuyor:

“(...) ANAP üyelerinin arabeski ‘sevmeleri’, ‘arabeskin’ bütünsel bir yeni-muhafazakar ideolojiye sahip olduğunu ispat etmez. Bu olsa olsa hakim ideolojinin nasıl işlediğini ortaya koyabilir: Yani, hakim siyasal-kültürel ideoloji, ortakduyudaki çelişkilerden yararlanarak, gerçekten aşağıdan gelen ihtiyaç ve zevkleri kendi sistemi içinde özümsediği ve bu öğeleri hegemonik bir ideoloji olarak yeniden kurduğu ölçüde başarılı our." (s. 22-23)

Öte yandan Özbek, Senyapılı’nın arabesk müzği gecekondu müziği nitelemesine karşı çıkarak, onu kent kültürünün bir ürünü olarak görür.5 Çünkü arabeskin ortaya çıkışını sağlayan tüm etmenler, sanayileşme süreci ile birlikte gelen ve ancak kentlerde varlık bulan etmenlerdir.

Arabeske yönelik hakim bakış, Özbek’e göre, popüler kültürün aşağıdan yukarı doğru gelen, zaman içinde konumu değişen/değiştirilen ve ‘hem direnme hem de bir boyun eğme alanı’ (Hall) olduğunu, onun
çok yönlü anlamını ve önemini gözardı etmektedir. Türkiya’nin aşağıdan yukarıya doğru ortaya çıkan ilk büyük kitlesel kültürel biçimlenmesi denebilecek arabesk müzik:

Türkiye’nin 1960’lardaki ‘modernleşme’ sürecine hem bir yanıt, hem de bizzat bu ‘modernleşme’ sürecini oluşturan bir biçimlenmedir.” (s.25)

Bu değerlendirmelerin ışığında Özbek, Şenyapılı’nın aksine, arabesk müziğin kentlere göçen kırsal nüfusun hem çevreye uymasının, varkalmanın yolunu bulabilmesinin başarılı bir göstergesi, hem de ‘kırdaki geleneksel ortamı kente taşıyarak ‘değil, toplumsal yapı bakımından kentsel usüllerin etkisi altında varkalmanın göstergesi olduğunu belirtmektedir. Görüldüğü üzere bu bakış, aslında pek çok değerlendirmede de görülen, bir tersyüz etmeyi barındırmaktadır.

‘Geçiş’ Toplumlarında ‘Geleneksel’ ile ‘Modern’ Arasındaki İlişkiyi Anlama Çabası: Karma ilişki ve Biçimlerin Eklemlenmesi

Modernleşme esas olarak, Batılı olmayan toplumların ‘geleneksel toplum’dan ‘modern toplum’a doğru geçirmekte oldukları, ‘geleneksel toplum’, ‘geçiş toplumu’ ve ‘modern toplum’ şeklindeki üç aşamalı değişim sürecini ifade eder. Modernizm ile ilgili kuramsal tartışmanın Özbek’in çalışması için önemi, arabesk konusunda Türkiye’de hakim olan yaklaşımın örtük kaynağının, Modernleşme Kuramının bu konudaki varsayımlarına dayanması; yani ‘kente göçen kır kökenli nüfusun’ kültürü olan arabeskin ‘geleneksel’ ya da ‘geri’ olduğu, ve ‘kentsel (modern) yaşantıya uyamamanın’ ifadesi olduğunun iddia edilmesidir. Bu çalışmanın asıl ilgi alanı ise, Modernleşme kuramının ‘geleneksel’ ve ‘modern’ kavramları arasında kurduğu ‘ikililik’ ilişkisidir.

Modernleşme kuramına göre, ‘geçiş’ toplumlarında, geleneksel toplumsal ilişki ve biçimlerle Batı’dan ihraç edilenler arasında uzlaşmaz bir çelişki yaşanmakta; geleneksel-modern ‘ikililiği’nin devam ettiği bu toplumlarda, geleneksel değer ve kurumların modernleşmeye direnmekte ve engel teşkil etmektedir. Özbek Modernleşme kuramına yönelik eleştirilerden bahsetmekte ve ‘kültürel değişim’ açısından eleştirilerin ortak noktalarını tespit etmektedir:

Ortak olduğu ileri sürülecek olan her iki nokta birbirini bütünleyen ve geleneksel (kapitalism-öncesi) ve modern (kapitalism) kategorileri (üretim tarzları) arasındaki ilişkinin yeniden biçimlendirilmesine ilşkindir. Birincisi, ‘geçiş’ toplumlarında eski ile yeni arasındaki ilişkinin karma biçimlerin hakimiyetiyle sonuçlandığı; ikincisi ise, birer ideoloji olarak geleneksellik ve modernliğin birbirini dışlamayabileceği üzerinedir.”
(s. 36)

Bı noktada, Singer’in modernleşme kuramına alternatif olarak geliştirdiği kültürel değişim kuramının temelini oluşturan karma ilişki ve biçimler kavramlarıyla karşılaşıyoruz. Hint toplumunu örnek olarak veren Singer, kültürel değişimi bir uyum mekanizması olarak kavramsallaştırıyor. Biçim ve ilişkiler açısından ise bu değişimin karma ilişki ve biçimler getirdiğini; geleneğin değişmeye kapalı durağan bir yapısı olmadığını ve geçiş toplumlarında geleneksel ile modern arasındaki ilişkilerin çeşitli biçimleri olduğunu, ancak bu ilişkinin hakim biçiminin birleşme ilişkisi olduğunu belirtiyor. Özbek, Gufield’ın yukarıdaki yaklaşımı kabul ettiğini ve fakat Singer’in toplumu birim olarak almasına karşın, toplumsal farklılıkların önemini vurguladığını; özgül geleneklerin içeriğindeki çeşitliliğe dayanarak, modern biçimlerle aralarında ‘kabul etme’ (yerine geçme), ‘yadsıma’ ve ‘iç içe geçme’ ilişkileri olabileceğini söylediğini hatırlatıyor.

Görüldüğü gibi, modernleşme kuramını içerden eleştiren görüşler, geleneksel-modern ilşkisinde ‘ikililiğe’ karşı, ‘karma’ ilişki ve biçimlerin varlığını savunuyorlar. Marksist paradikmadaki ‘eklemlenme’ kavramının üstünlüğü ise, bu ilişkinin bir süreç olduğu ve hem ‘karma’ hem de ‘çelişki’ niteliklerini birarada taşıdığı önermesinde yatmaktadır. Bu bağlamda Özbek’in Gencebay arabeskiyle ilgili olarak burada yazdığı dipnotu alıntılamadan geçemeyeceğiz:

Bu çalışmada Orhan Gencebay arabeskinin ortaya çıkış nedenleri, biçim ve anlamı incelenirken, terimin kendisi kullanılmasa bile, ilşki ve biçimlerin ‘karma-çelişkili’ ya da – Stuart Hall’un popüler kültür tanımında da görüleceği gibi ‘boyun eğme- direnme’- şeklinde belirlenen ‘eklemlenmiş’ niteliğine dayanılacaktır.”
(s. 43)

Bir güdüp-yönetme aracı olarak geleneğin icadından, bağımlılık perspektifiyle destekleyerek Üçüncü Dünya ülkelerinin özgüllüğünden bahseden ve nasıl bir modernleşme sorusuna cevap arayan Özbek, geleneksel denilen ve eklemlenerek biçim değiştirse de en azından bazı öğeleri açısından devamlılık gösteren biçim, ilişki ve değerleri, direnme açısından anlamlı kılanın, bunların paylaşımcı bir istemi yansıtmaları ve böylece özgürleşme projesi açısından dönüştürülebilme potansiyeline sahip olmalarıdır diyor.

Modernleşme ve Popüler Kültür: Hegemonya, Kitle Kültürü ve Popüler Kültür Tartışması

Modernleşme ve modernlik kavramlarını Berman’ın yaklaşımına uygun olarak tanımlanmaktadır: modernleşme kapitalist endüstrileşme süreçlerinin kamaşık bir bütünüdür. Bu kavramsal tercih, modernleşmenin mutlaka ‘modernlik’ getirmeyeceği, başka bir değişle modernleşmenin ‘modernlik’ tasarımları ile denk düşmediği yerlerin ortaya konabilmesini sağlamaktadır. Berman modernleşme süreçlerinin yarattığı tarihsel tecrübeyi, toplum ve birey düzeylerinde ifade ediyor. Sosyoekonomik ve bireysel gelişmenin bireyde yarattığı gerilim tecrübesinden bahsediyor. Özbek bu yaklaşımın, özellikle Gencebay şarkıları ile müziği ve kendisi hakkında söylediği sözler bütününde ifadesini bulan bireysel tecrübenin anlamının ortaya konmasında yararlı oduğunu düşünüyor. Sosyoekonomik gelişme olarak modernleşme ile buna ilişkin tecrübenin ifadesi olarak ‘modernleşmeye yanıt’ arasındaki ilişki ya da modernleşme ile popüler kültür arasındaki ilişki, Kültürel Çalışmalar’ın, özellikle Staurt Hall’un kavramları aracılığıyla geliştirilmiştir. Hall’a göre:

Popüler kültür, saf anlamda ne bu reform ve dönüştürme süreçlerine karşı popüler geleneklerin direnmesi, ne de onların yerine, üzerine geçirilen yeni bir biçimdir. Popüler kültür, bu dönüşümlerin gerçekleştiği; oluştuğu alanlardır. (...) Popüler kültürdeki ikilikten, yani popüler kültür içinde kaçınılmaz olarak bulunan kapsanma (kontrol altına alınma) ve direnmenin çifte hareketinden...” (s58-59)

Özbek buradan hareketle, ‘kaderci’ bir söyleme sahip olduğu iddia edilen arabeskin özgürleştirici/ütopik bir yana sahip olduğunu ve özgürleştirici bir proje açısından genel olarak popüler kültürün önemli olduğunu ortaya koymak için, sanat-popüler kültür, özgürleşme- güdüp yönetme tartışmalarının içine girer. Kitle kültürü kavramını salt ticari bir beyin yıkama, boş bir oyalanma ve her açıdan uluslararası şirketler tarafından belirlenen bir ‘komplo’ kuramına göre tanımlayan ve kültürün günlük hayattaki işlev ve işleyişlerini gözardı eden güdüp yönetme sosyoloklarını değil; onların yaklaşımını ‘hegemonya’ kuramı aracılığıyla dolaylı bir biçimde eleştiren ve sanat- popüler kültür ilişkisini farklı bir paradikma içinden reddeden İngiliz Kültürel Çalışmaları yaklaşımını benimser.

Özbek’in Türkiye’deki arabesk kültüre yönelik hakim olan görüşlerden farklı olduğunu belirttiğimiz analizlerini ve değerlendirmelerini temellendirdiği yaklaşımlardan en önemlisi olarak gördüğümüz popüler kültür anlayışına geçmeden önce, arabeskin ideolojik eklemlenme sürecine açıklık getirebilecek olan hegemonya probleminden bahsetmek gerekiyor. Hegemonya kavramını, Batı toplumlarında hakimiyetin nasıl sürdürüldüğünü açıklamaya dair, Gramsci’nin geliştirdiği bir kavramdır. Yönetici sınıflar fraksiyonları ittifakının bağımlı sınıflar üzerinde bütünlüklü bir otorite kurması sonucu ortaya çıkar. Bu otoritenin temel kaynağının bağımlı sınıfların rızasının olduğunu, üstyapıların hegemonyanın başarıldığı esas alanı teşkil ettiğini ve bu alanda hegemonyanın ideoloji aracılığla işlediğini belirtmek gerekiyor. Ancak hegemonyada önemli olan, onun verili ve sürekli bir durum olmaması; aksine, aktif bir biçimde kazanılıp korunması gerektiğidir. Başka bir değişle, sürekli hegemonya yoktur.

Özbek’in Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski adlı çalışmasının, bizce, en can alıcı, en kritik ve bir tür yol ayrımı olarak değerlendirilebilek tartışmalardan biriside popüler kültürü kavramı ile ilgili tartışmadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi popüler kültür anlayışında Hall’un şu yaklaşımı belirleyicidir:

“(...) (popüler kültür) iktidarda olanların kültürüne karşı ya da onun adına mücadelenin alanlarından biridir. O mücadele içinde aynı zamanda, kaybedilecek ve kazanılacak olan şeydir: Boyun eğme ve direnme alanıdır. Kısmen hegemonyanın yükseldiği ve güvenlik altına alındığı yerdir... Popüler kültürün önemli olması bu nedenledi.” (s.87)

Bu çalışmada kitle kültürü ve popüle kültür kavramları yer değişebilir kavramlar olarak kullanılmamış, aksine ‘popüler kültür’ kavramı tercih edilmiştir. Popüler kültürün tanımlanması ise:

“(...) ‘Kültürel Çalışmalar’ yaklaşımı çerçevesinde tanımlanan ‘kültür’ anlayışı ile ‘halka ait’ anlamına yaslanan belirli bir ‘popüler’ anlayışının beraberliği ile oluşturulmuş olan, Stuart Hall’un ‘popüler kültür’ tanımlanmasına dayanmaktadır. Bu çerçevede topyekun ‘güdüp yönetme’ kuramı yerine, ‘hegemonya’ kuramına yaslanılmıştır.” (s.88)

Özbek, yukarıda özetlenmeye çalışılan kavramsal çerçeve ile ilgi tartışmaları bitirken, arabesk kültür üzerine bu kavramsal çerçevenin ışığında yeniden bir değerlendirme yapar. Arabeski yanlızca müzik endüstrisinin körüklediği bir meta olarak kabul etmez. Özellikle 1976’lar öncesinde, yani müzik endüstrisinin Türkiye’de atılımından önceki dönemde ortaya çıktığını, gecekondulardaki ifade tarzıyla örtüşen yapısıyla da yanlızca bir meta olmadığını, aynı zamanda bir yaşam tarzı olduğunu belirtiyor.

Orhan Gencebay Arabeski: ‘Batsın bu dünya’dan ‘Yaşamak ne güzel’e ‘Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’

Bir kültürel ürün olarak Orhan Gencebay arabeskinin müzik ve söz yapısı incelendiğinde, Türkiye’nin 1951’ler sonrası hızlanan ‘modernleşme’ sürecine getirdiği, müphem olarak nitelendirilen yanıt şu şekilde açıklanır: bir yandan ‘geleceği açık görür, ‘ilerlemeyi’ onaylar, diğer yandansa insani değerler açısından özellikle popüler geleneğe yaslanarak, modernleşmeyi eleştirir.




Özbek’e göre Orhan Gencebay şarkı sözleri ‘aşk-sevgi’ dünyası üzerine kurulu olan duygusal bir kod aracılığıyla konuşmaktadır. Bir anlam haritası olarak Orhan Gencebay arabeski:

“(...) gündelik ve pratik ilişkileri anlamlandırırken, kavramsallaştırırken ve öte yandan aynı zamanda gündelik hayatta yönelimler yaratırken, duygusal tecrübeyi baştacı etmiş, problem haline getirmiş görünmektedir. Aşk, yaşama hakkı ve isyandan kader ve derde dek tüm kavramları kendisine bağlamakta; ‘seven’in kendine, ötekine, başkalarına, ve toplumsal sorunlara gösterdiği tepkiler ‘aşk’la bütünleştirilerek, aşk süzgecinden geçirilerek ifade edilmektedir.” (103)

Orhan Gecebay’ın arabeski, 1960’lardan itibaren modernleşme sürecinin ivme kazandığı bir dönemde popüler sınıfların gündelik hayat tecrübesinin bir duyarlılık olarak ifadesi şeklinde değerlendirmektedir. Bu duyarlılığın odaklaştığı noktalar, olumlu/olumsuz değerleriyle, bu tecrübenin en çok acı verdiği ya da alkışlandığı yerlere işaret etmekte; aşk etrafında odaklaştığı, iş ve maddi hayat konularını ‘gölge hayat’ gibi dışta bıraktığı için, bu duygusal vurgusuyla biçimsel olarak ütopik niteliğini kazanmaktadır. Ancak şunu hatırlatmak gerekir ki, Orhan Gencebay’ın biraz kendine özgü denebilecek arabeski ile, 1980 sonrası Müslüm Baba’dan Küçük Emrah’a pek çok şarkıcının içinde yer aldığı arabeski aynı kefeye koymamak ve ayırmak gerekir. Özbek bu ayrımın üzerinde özellikle duruyor ve özellikle 1980 öncesi ve sonrası arabeskin farklılığını pek çok açıdan açıklamaya girişiyor. 1980 öncesi, özellikle gecekondulular ve lümpen proletaryanın ‘başkaldırısını’ ifade eden kültürel ürün olarak yorumlanan arabesk, 1983 sonrası yeni-muhafazakar ANAP ile özdeşleştirilmeye başlanmıştır. Başlangıçta bir ‘alt kültür’ niteliği gösteren arabesk müzik, o kültürü ilk kez tüketerek-yaratan grupları aşıp genelleşmiş ve böylece sitem içinde evcilleştirilmiştir. 1980 sonrası ortaya çıkan çeşitli arabesk müzik tarzlarının kaynağı da Orhan Gencebay arabeskidir. Ferdi Tayfur’ların, Nejat Alp’leri, Ümit Besen’lerin, folk arabesk, taverna, oryantal arabesk, devrimci arabesk gibi türlerin olduğu bir ortamda artık ne türdeş bir arabesk müzikten ne de türdeş bir dinleyici kitlesinden bahsedilmesi mükündür. Ayrıca Orhan gencebay arabeskinin Türkiye’nin modernleşmesine duygusal-direnen yanıtının taşıdığı radikal potansiyel, 1983 sonrası arabeskinde ‘hem ağlarım hem giderm’ tüende bir duygusal-pragmatik yanıta dönüşmüştür. Özbek değerlendirmelerini şöyle sürdürür:

Stuart Hall’un dediği gibi popüler kültür, hakim kültür ve popüler gelenek arasındaki mücadelenin ‘boyun eğme ve direnme’ alanıdır; kültürel iktidar kendisini neyin makbul neyin makbul olmadığına dair çizdiği çizgi ve bu çizgiyi hukukun yanısıra eğitim ve kültür kurumları aracılığıyla da korumasıyla kendini ortaya koyar. 1980’ler Türkiye’sinde arabeskin yaygın olan türleri- hem hegemonyanın işleyişi gereği hem de popüler sınıfların direnmesi sonucu- makbul sınırından içeri alınmıştır (...).” (s.136)

Kitabın daha sonraki bölümlerinde, Özbek, devlet müdahalesi, modrnleşen hayat pratikleri, Türk müziğine radyo yasağı, Türk sinemasında şarkılı Mısır filmleri gibi konular çerçevesinde Orhan Genceba arabeskinin nasıl ortaya çıktığını açıklamaya; müzik yapısı ve şarkı sözleri açısından Orhan Gencebay arabeskinin özelliklerinin neler olduğu ve bunların nasıl değiştiği gibi soruları yanıtlamaya çalışmaktadır.

Son bir değerlendirme : Popüler Kültür İncelemeleri

Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski adlı bu çalışma, Türkiye’deki arabesk kültür incelemeleri alanında gerçekten de Stokes’in dediği gibi bir dönüm noktasıdır. Çünkü, Eğrigönültaş’ın, Özbek tarafından da sahiplenilen ve hakim değerlendirmeden oldukça farklı olan, 1979-80’lerde dilegetirdiği yorumları bir kenara ayırdığımızda, kimi zaman, örneğin Emre Kongar gibi , ‘Özgürleşme mi? Arabeskleşme mi?’adlı makalesinde, arabeskin toplumsal saygısızlık özelliği olduğunu söyleyip ‘gecekondu kültürü’ diye aşağılayan6 , kimi zaman Onat Kutlar gibi arabesk müziği kaderci ve yoz bir ‘ilkel müzik’ olarak tanımlayan7 ya da Yılmaz Öztuna gibi arabesk müziği, ‘milli kültür ve psikolojiye en olumsuz ve dejenere tesirleri’ taşıyan ‘lahmacun musikisi’ olarak gürüp ansiklopedisinde iki satırlık yer verip önemsemeyen8 seçkinci hakim değerlendirmelerin aksine; bu çalışmanın, genelde Türkiye’deki modernizm ve popüler kültür maceralarını açıklayan kavramsal çerçevesiyle, ve özelde bu çerçeveden ve duruştan yola çıkarak yaptığı arabesk kültür değerlendirmesiyle, sosyalist perspektifi aslında olması gereken noktaya çektiği, yani halkı anlamak, kazanmak ve daha özgür bir yaşam adına birlikte yürütülecek bir mücadeleye katmaya yönelik oldukça önemli bir katkı yaptığı rahatlıkla söylenebilir.9





DİPNOTLAR

1. Özbek, M. (1991) Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul: İletişim Yayınları.
2. Sanatın karşıt kavramı kitle kültürüdür’ (Lowenhal)
3. Can Yücel’in 1980 yılında, ‘Arabesk Olayı: Ne dediler’ adlı soruşturmaya verdiği yanıt Meral Özbek’in yaklaşımına yakınlığıyla ve dolayısıyla diğerlerinden farklı olmasıyla dikkat çekmektedir. Nevzat Atlığ, Selim İleri, Atilla İlhan, Atilla Özdemiroğlu, Cemal Reşit Rey, Ruhi Su, Vedat Nedim Tör’ün de yanıt verdiği bu soruşturmada şunları söylüyor: Önemli olan hızla değişen halkın, eğilimlerini görmezlikten gelen sanat çevrelerine, sanat akımlarına ve elbette bu alandaki yanlış devlet politikalarına göstermiş olduğu tepkidir. Arabesk müzik, işte böyle bir tepki olarak, içinde elbette hem olumlu hem de olumsuz yanları barındırmaktadır. (Bakınız Milliyet Sanat Dergisi, Yeni Dizi, 9, 1 Ekim 1980, s22)
4. Şenyapılı, Ö.(1985) Müzik Ansiklopedisi, Cilt 1, Ankara: Uzay Ofset Ltd.
5. Martin Stokes, Özbek’in çalışmasının yayımlanmasından bir yıl sonra yayımlanan ‘Türkiye’de Arabesk Olayı’ adlı kitabının girişinde benzer bir yaklaşımı sergiler: Arabesk, şehir için şehirli bir müziktir. (1992: 17) Ne kötü bir tesadüftür ki Özbek’in ve Stokes’ın kitapları birbirlerinden yaralanamazlar. Stokes, kitabının 1998’de yayımlanan Türkçe çevirisinde şöyle yakınır: Meral Özbek’in bu alandaki nefis kitabı (kitabın ayrıntıları ve nüanslarıyla bu kitap asla yarışamaz; Özbek’in kitabını benim kitabım yayınlandıktan neredeyse bir yıl sonra okuyabildim) önemli bir dönüm noktasını simgeliyor. (1992: 17)
6. Emre Kongar (1994) "Özgürleşme mi? Arabeskleşme mi?", Hürriyet Gösteri, no: 46, 80-81
7.
Onat Kutlar (1980) "Arabesk Olayı", Milliyet Sanat Dergisi, no: 9, 18-19
8. Yılmaz Öztuna (1990) Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, s.63, Ankara: Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri Dizisi.
9. Orhan Gecebay ile ilgili internet siteleri:
www.orhanabi.com
www.gencebay.cjb.net
www.kralorhangencebay.cjb.net
www.orhangencebay.com.tr
www.geocities.com/gencebayorhan/hayati.htm